Yalçın ARAL

Tarih: 15.07.2020 11:04

TANRI’YI KIYAMETE ZORLAMAK!

Facebook Twitter Linked-in

 

ABD’yi tek bir ABD olarak görmemek gerektiğini, bunun yanında ABD’NİN iç savaş  ve dağılma potansiyeli olan bir ülke olduğunu her zaman belirtmişimdir.

ABD’deki güçlerin;

 hep bu zihniyetin ürünüdür.

Bu olayların hepsi bu zihniyetin ürünüdür.

 

Bu düşünceler ve söylemler, bir kaç köktendinci din adamının düşüncesi olarak görülmemesi gerekir. Teolojik geleneği siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanarak ABD- İsrail ittifakını geliştiren ve güçlendiren Evanjelist, Methodist, Babtist dini grubun, günümüze kadar uzanan politikalarının yansımalarıdır. Nitekim son çeyrek asırda ABD, kendisinin ahir zamanda yaşadığına ve kıyametin kendi yönetimi esnasında kopacağına inanan başkanlar ve ekipler tarafından yönetilmiştir ve hala hazırda da yönetilmektedir.

Bu zihniyetin ABD politik sisteminde, Türkiye’deki radikal FETÖ terör örgütü gibi çok kuvvetli bir güç haline geldiğinin de atlanmaması gereken bir gerçektir. Bu radikal zihniyet ABD sisteminin kılcal damarlarına kadar girerek ABD’NİN ana politikasını yönlendirecek bir güce gelmiştir. Şu an itibarı ile zaten ABD Başkanı Trump yönetiminin kritik yerlerinde ciddi bir Evangelist ve Neo-Con kadro bulunmaktadır. Bu ekibin, Pentagon, CIA ve Dışişleri’nde etkin konumlarda yer aldığı ve ürettikleri politikalarda Siyonistler ile dirsek temasında oldukları da atlanmaması gereken bir konudur. ABD Başkan Yardıcısı Mike Pence zaten koyu bir Evanjeliktir, İslam karşıtı ve büyük dünya savaşı ARMAGEDON’DAN sonra Mesih’in geleceğine inanan bu zihniyete hizmet etmektedir. Indiana valisi olduğu dönemlerde de Pence, yine aşırı Hıristiyan- Evanjelik görüşlere sahip bir Amerikalı profili çizmiştir. İslamofobik görüşleriyle öne çıkan grubun toplantılarına katıldığı da bilinmektedir. Pence’in ABD Başkan Yardımcısı olarak seçilmesi bütün dünyadaki Protestanlarda / Evanjeliklerde bir umut olmuştur. Bu durumdan dolayı radikal olan Hıristiyan- Evanjelikler taleplerini, Trump’tan ziyade Pence üzerinden gerçekleştirmek istemişlerdir. Zira Pence Hıristiyan – Evanjelik değerlerle birebir uyumlu görüşlerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemiş, hatta bunları politikalara dönüştürmek için de çaba sarf etmiştir. ABD Başkan Yardımcısı Pence’in ayrıca, “ Hıristiyan cihadından söz etmesi“Haçlı ruhunu yansıtacak semboller kullanması”, “İsrail’e kayıtsız destek verilmesine” dair görüşleriyle dikkat çeken birisidir.

Dünyadaki bu Evanjelist zihniyet ABD’Yİ “Tanrı’nın ülkesi” olarak da görmektedir.

 

Eski CIA Başkanı ve şimdiki ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da NEO-CON ekibindendir.  “Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması olayında ön safta yer alarak bu dehşet verici karar için can atmış ve çok çalışmıştır.”

 

ABD seçimlerinde  din, bilhassa Evanjelik Hıristiyanlar çok ciddi şekilde rol oynamaktadırlar. Siyonist zihniyetli radikal unsurlar tarafında yönetilen İsrail Devleti nasıl Laik değilse bu radikal unsurlardan dolayı ABD sistemini idare eden güçlerinde Laik olduğu iddia edilemez. ABD’NİN hamlelerine ve uygulamalarına bakıldığı zaman, günümüzde dini boyutu olmayan veya belirleyici unsuru din olmayan neredeyse hiç bir önemli olayın yaşanmadığı ve hamlelerin yapılmadığı görülür.  

ABD’de Trump’ın seçilmesinde din faktörü öne çıkmıştır. Özellikle de muhafazakar beyaz Protestanların/ Evanjeliklerin öne çıktığı görülmektedir. Aslında din, özelde ise Protestanlık ve Evanjelikler, Cuhmuriyetçilerin seçilmesinde her zaman etkili olmuştur. Cumhuriyetçi adaylar da çoğunlukla Evanjelikler, Mormonlar, Baptistler ve Metodistler gibi beyaz Amerikan Protestanlarına ait farklı gruplardan çıkar. Evanjelikler ile Mormonların, Amerika’daki ( hatta dünyadaki) Hıristiyan mezhepleri arasında en tutucu, radikal kesim olduğunun bilinmesi gerekir. Amerika Hıristiyanlarının çoğunlukla Protestanlardan oluştuğu bir gerçektir. Bu Protestanlar içinde “Siyonist - Hıristiyanlar” olarak adlandırılan Evanjelikler önemli bir role sahiptirler.

Bu açıdan Avrupa ülkeleri ele alındığı zaman karşımıza şu tablo çıkmaktadır;

 

Zaten Siyonist bir zihniyete hizmet eden Avrupa Birliği ve Avrupa eğer radikal unsurların inançları doğrultusunda ARGAMEDON savaşı olmaz ve “Tanrıyı kıyamete zorlayarak” bu felsefe doğrultusunda MESİH gelmezse İlluminati felsefesinin kucağına düşecekleri görülmektedir. İlluminati “ *Tek dünya, * Tek para , * Tek din. “ felsefesidir. Bu felsefenin arkasında da Rockefeler Ailesi bulunmaktadır.   Bu aile şu an ABD’DE Ulusalcı Kanadı desteklemektedir. Eskiden Para Lobisi Siyonist Globalci Rothschild ailesi ile beraber olan bu aile David Rockefeller’in oğlu olan  Richard Rockeller’in 2014 Haziran ayı ortalarında uçak kazasında! ölmesi ve sabotaj iddialarının ortaya atılması ile Globalci Para Lobisinden  kopmuştur. Ayrıca Kovid -19 virüsünün çıktılarına bakıldığı zaman bu hedeflere insanların ve ülkelerin sürüklendiği görülmektedir. Tabi ki dünya nüfusunun azaltılması projesini de atlamamak gerekir.

 

Ayrıca, kendilerini son savaşın yani ARMAGEDON’UN gelişini hızlandıran askerler olarak gören bu zihniyet ve bu zihniyete sahip üst düzey siyasetçiler, Amerika ve İsrail siyasetini de bu çerçevede koordineli olarak yürütmektedirler. Bunun yanında bu zihniyete inanan ve Globalci Siyonist Para Lobisinin güdümünde olan Fransa gibi Avrupa Ülkeleri yöneticilerinin de olduğunu da atlamamak gerekir.

 

ABD’yi şu an yöneten Cumhuriyetçiler içinde de mücadele olduğunu ve bu mücadele radikal unsurlar olan Evanjelistler, NEO-COM’lar ile Pentagon’u kontrol eden radikal olmayan Katolikler arasında olduğunu ve bunun yanında bu radikal unsurların Globalci  Siyonistler ile dirsek temasında bulunduğunu belirtmiştim.

Gerek Evanjelistlerin, NEO- CON’ların yanında Haçlı zihniyetine sahip radikal Hıristiyan toplulukların gerekse de Siyonist radikal uçların inançlarındaki ortak nokta ARMAGEDON büyük dünya savaşından sonra MESİH’in geleceğidir.  Ayrıca Şii mezhebinde ARMAGEDON’DAN sonra MEHDİ’NİN geleceğine inanan bir kesimde mevcuttur. Bu zihniyetlerin birbirleri ile temas halinde olduğunun da atlanmaması gereken bir gerçektir.

Bu doğrultuda, bizim inandığımız şey fark etmemektedir. Eğer ABD’yi yöneten bu radikal unsurlar ve bunların uzantıları buna inanıyorlarsa, bu zihniyetin uygulamaları bütün dünya gibi bizi de etkileyeceğinin farkında olunması gerekmektedir.

 

Mühim olan bizim düşüncemiz veya fikirlerimiz değildir. Dünyayı yöneten “Kuvvet bende ise haklı benim” diyen bir zihniyetin dünyayı kendi kanunları çerçevesinde başkalarına yaşama hakkı vermemek üzere dünyadaki ve bölgemizdeki olayları kurguladıklarının iyi bilinmesi gerekmektedir.

 

Şunu da atlamamak gerekir, dünyada Radikal unsurların fikirlerinin asla değişmediği ve inanışlarına ve hedeflerine göre pozisyon alarak hareket ettikleri bir gerçektir. Bu radikal unsurlar ister Müslüman olsun, ister Yahudi olsun isterse Hıristiyan olsun hiç bir şekilde fark etmemektedir. Dünya da şimdiye kadar olan savaşlara veya olaylara bakıldığı zaman radikal zihniyetin bu olayların merkezinde olduğu görülür.  

 

Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetine ve bıraktığı vakıf senedine göre tekrar Cami olarak kullanıma açılması bu mücadelenin bir neticesidir. Türkiye bu oyunu görüyoruz, “Tanrıyı kıyamete zorlama” zihniyetine inanan ve onlara destek verenlerin Türkiye’nin bu hamlesi ile  kendilerini açığa vurdukları da ortadadır. Türkiye içinde bu karara karşı gelenlerin milli ve manevi değerlerinden kopmuş, bu mücadelenin farkında olmayan veya olup da taraf tutanların bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyen  kimseler olduğu da açıktır. Kendilerini de bu suretle açığa çıkardıklarının da farkında olmaları gerekir. Ayasofya caminin İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı Hanedanlarının protokol camisi olarak kullanıldığının da atlanmaması gerekir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ve Doğu Roma İmparatorluğunu ele geçirmesinden dolayı ayrıca Fatih Sultan Mehmet Doğu Roma İmparatorudur da.

Danıştay kararı ve Sayın Başkanın Ayasofya’nın camiye tekrar dönmesi için yaptığı hamlelerden sonra yaşananlara ve söylemler bakıldığı zaman;

 

İçimizde ki bazılarının beyanlarının nasılda Yurtdışı Türkiye düşmanları ile aynı içerikler içerdiğin ve aynı ağzı kullandıkları da çok iyi bilinmesi gereken bir gerçektir.

 

Yurtdışı Türkiye ve Müslüman düşmanlarının ve içimizdeki uzantılarının sesleri ve reaksiyonları ne kadar yüksek çıkıyorsa çok doğru yolda olduğumuz  teyit edilmektedir.

Zaten Ayasofya’ya yurt dışından turist olarak gelen insanlar zaten nereye geldiklerini çok iyi bilmektedirler ve eski sistemde olduğu üzere para ödeyerek değil de para vermeden gezeceklerini de atlamamak gerekir.

Bu nasıl bir zavallılık ve aşağılık duygusudur anlamak çok zor. Batı toplumu yapınca bir şey yok , biz yapınca Yurtdışı Türkiye düşmanları ve içimizdeki bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyenler ayakta. Bir de söylemleri ile birbirlerine pas atıyorlar! Sonra da biz demiştik diyecekler, bu söylemleri ile bundan sonraki senaryolarının  hazır olduğunu ifşa etmektedir. Dik durmayı bile beceremeyen bu zihniyetin ve zümrelerin bu topraklarda barınması çok zordur ve söz konusu da değildir. Refah toplumundan medet umanların Refah Toplumunun pandemi süresinde boyaları dökülünce çok ciddi bir bunalıma girdiklerini bu iskeletsiz duruş ve söylemleri maalesef teyit etmektedir.

Türkiye, ne zaman kendinden taviz verdiyse ve uzlaşma yolu aradı ise kaybetmiştir. Buna karşılık hangi konuda ilkeli, kararlı duruş sergilemişse bedel ödeyerek kazanan tarafta yer almıştır. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi meselesi de bu kararlılığın sonucudur. Haklı isek kuvvetliyiz felsefesi ile hareket edildiğinin de bilinmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan söylemlerinde;

“ Kuklalarla değil, kuklacılarla muhatap olduğumuz bir döneme girdik. Bunun için ne terör örgütleri, ne içine çekilmek istendiğimiz kısır siyasi gündemler ne diğer tuzaklar işe yarayacaktır. Hedefimize ulaşıncaya kadar inşaya, ihyaya devam edeceğiz.“

“Dünyanın öteki ucundan gelip sınırlarımızda operasyon yapmayı kendilerinde hak görenler, güvenlik kaygılarımızı hiçe sayabiliyor. Bizi sahillerimize hapsedecek ve denize adım atamayacak anlaşmaların peşinde koşanlar, Türkiye’nin meşru anlaşmasına karşı çıkabiliyor. ”

“ Şeffaflıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan ülkelere kapılarını açanlar Türkiye’ye yasak koyabiliyor.”

“Ülkenin meşru yönetimini yıkmaya yönelik darbe girişimlerini  görmezden gelenler, bununla kalmayıp darbecilere kucak da açabiliyor.”

“Ekonomimizi hedef alanlar, dönüp birde bizi piyasa kurallarını ihlalle suçlayabiliyor.”

“ Ülkelerinde İslam düşmanlığı ve yabancılara yönelik adım atanlar, Türkiye’nin iradesine saldırabiliyor.”

“ İşte bu gelişmeleri, dostlarımızla düşmanlarımızı birbirinden ayırmamızı sağlayan birer filtre olarak görüyoruz. İçeride ve dışarıda kimin hangi safta durduğunu gördükçe, bundan sonra neyi nasıl yapmamız gerektiğini de anlıyoruz.”

 

Sayın Başkanın bu söylemleri tehlikenin nereden gelebileceğini ve kendilerini deşifre etmiş gerek yurt dışı gerek se de içimizdeki odakların ve kişilerin kimler olduğunu ve neler yapabileceklerini çok iyi bilindiğinin işaretidir.

 

Şu gerçekleri de bilmekte fayda vardır. Türkiye, farklı inançlara hoşgörüde Batı’nın 5 kat önündedir.

Türkiye’de her 461 gayrimüslim için 1 ibadethane varken, Avrupa ve ABD’DE ise yaklaşık 2 bin Müslümana bir cami düşmektedir.

            Diğer belli başlı ülkelerdeki durumlar;

 

Bu süreçte, “Türklerin Türklerden başka dostu yoktur!” desturu ile hareket edilmesi çok önemlidir. Bunun için bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olarak hareket edilmesi gerekmektedir.

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —