Yalçın ARAL


TANRI’YI KIYAMETE ZORLAMAK!

ABD’yi tek bir ABD olarak görmemek gerektiğini, bunun yanında ABD’NİN iç savaş  ve dağılma potansiyeli olan bir ülke olduğunu her zaman belirtmişimdir.


 

ABD’yi tek bir ABD olarak görmemek gerektiğini, bunun yanında ABD’NİN iç savaş  ve dağılma potansiyeli olan bir ülke olduğunu her zaman belirtmişimdir.

ABD’deki güçlerin;

  • Cumhuriyetçilerin altında birleşen ve şu an ABD’yi yöneten ve kontrol eden Silah Lobisi temsilcileri olan Ulusalcılar olduğunu.
    • Cumhuriyetçilerin içinde Evanjelist ve NEO-CON gruplarda bulunmaktadır. Bu guruplar radikal guruplardır ve ABD’nin gerek iç gerekse de dış siyasetine yön verirler. NEO-CON “Yeni Muhafazakarlar” 1960’lı yıllarda ABD’DE doğmuş bir siyasi akımdır.
    • ABD’yi kuran güçte Ulusalcılardır.
  • Demokratların altında birleşen , Siyonist Para Lobisi güdümünde olan Globalcilerdir.
    • Demokratların içinde aşırı radikal Siyonist gurupların olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
  • Trump’tan evvel 16 sene boyunca ABD’Yİ yöneten ve kontrol eden gücün Globalci Siyonist Para Lobisi olduğunu atlamamak gerekir.  (8 sene Clinton- 8 sene Obama yönetimleri zamanında )
    • Bu 16 sene boyunca Globalciler tarafından Çin büyütülerek, ABD’ye rakip yaratılmıştır.
    • Dünya’daki PKK – FETÖ – Taliban – DEAŞ gibi akla gelen, gelmeyen her türlü terör örgütleri bu zihniyetin ürünüdür. Globalci cephe tarafından kontrol edilerek, finanse edilmiş ve hala edilmekte olup, bu terör örgütleri Globalcilerin hedefleri doğrultusunda vekalet savaşlarında kullanılmaktadırlar.
    • Obama ve Clinton dönemlerinde, direksiyonun başında Globalci Siyonist Para lobisi otururken, arka koltukta oturan Ulusalcılara da Pentagon vasıtasıyla ve finansmanı Globalci çevreler tarafından karşılanmak sureti ile terör örgütleri de kullanılarak kirli işler yaptırılmıştır.  
    • Radikal İslam terör grubu diye adlandırılan DEAŞ Terör örgütünün içinde Müslüman olmayan radikal unsurların olması şimdi daha net anlaşılmaktadır. DEAŞ içinde Müslüman olmayan gerek Hıristiyan veya başka inanç gurupları içinde olanların inançları doğrultusunda “Tanrıyı kıyamete zorlama” felsefesi doğrultusunda hareket ederek DEAŞ Terör örgütüne katıldıkları görülmektedir.
      • Bunun yanında ABD’nin başını çektiği bu zihniyete hizmet eden bazı Batı ve İsrail merkezli istihbarat örgütlerinin kontrolündeki DEAŞ, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerini Türkiye’ye karşı kollaması da bu felsefe doğrultusunda daha net anlaşılmaktadır.
      • Trump boş yere “DEAŞ’I Obama ve Clinton’un kurduğunu ve beslediğini” beyan etmemiştir!
      • Bu inanış doğrultusunda ABD yönetimi içindeki radikal  unsurların PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerini de Türkiye’ye karşı gerçek amaçları ve bu inançları doğrultusunda hareket ettirdikleri ortaya çıkmaktadır.
  • Şu an ABD’yi kontrol eden ve yönetenlerin Ulusalcı kanat olan Cumhuriyetçiler olduğu görülmektedir.
    • Başkan Trump “ Eğer tekrar seçilemezsem, ABD iç savaşa sürüklenir!” şeklindeki söylemini yabana atmamak gerekir. Bu söylemin iki Lobi arasındaki kavganın boyutunu da ortaya koyması açısından önemlidir.
  • ABD için fark etmeyecek olan önemli bir durumda; eğer seçim zamanında yapıla bilinir ise ister Cumhuriyetçi Ulusalcılar kazansın, ister Globalci Demokratlar kazansın  ABD’NİN bu kaos akıbetinden kaçamayacağıdır. Zaten son zamanlarda hangi eyaletin hangi Lobiye yakın olduğu da yazılıp çizilmektedir. Bu durumda göstermektedir ki ABD içindeki mücadelenin daha çok şiddetleneceğidir. Bu süreçte de ABD Dolarının akıbetinin ne olabileceğini de kestirmek zordur. Bu durumda inançları doğrultusunda kıyametin geleceğine inanan radikal kesimleri memnun etmektedir.
  • Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri kurulan bir sistemle dünyanın geleceğine ve Dünya’da bağımsız olarak kabul edilen 195 ülke adına karar verebilmektedir. Her şey bu beş ülkenin dudakları arasında olduğunu da bilmek gerekir. Bu sitemde, eğer ABD içindeki radikal unsurların istemediği veya hedeflerini engelleyecek bir kararın alınmasının imkansız olduğu gözükmektedir.
  • ABD’yi yönetenlerin üç büyük dinin kutsallarından olan Kudüs’ü İsrail’e vermekle neyi hedeflemiştir? Bu zihniyetin inancına göre “Küresel hakimiyetin merkezi Kudüs’tür.” ABD Başkanı Trump, 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. Bu tarihten takriben 6 ay sonra da Kudüs’te ABD Büyükelçiliği’nin açılışı yapıldı. ABD’de yaşayan insanlar dahil kimse bu zihniyetin umurunda değildir. ABD’yi yöneten gücün ve radikal uzantılarının yönetmek istedikleri bir dünya istenmemektedir. Bu zihniyet kıyametin yaşanacağı ve milyarlarca insanın öleceği bir dünyayı inançları doğrultusunda istedikleri görülmektedir. Bu radikal unsurlar kendi inançları doğrultusunda ki hedefe göre karar vererek hareket etmektedirler.   
  • Türkiye, Suriye ve Irak harekatlarını yapmamış olsaydı bu zihniyetin bölme sırası Türkiye’ye gelecekti. Irak’ta 1,5 milyon insan öldü, Suriye’de akıbeti belli olmayan insan sayısı takribi 1 milyondur. Bu zihniyet Müslümanları düşman olarak görmektedir. Bunun yanında bu zihniyet kendi dinlerinden olan insanlara bile acımamaktadır. Bu iki gücün kavgasının neticesi olarak, Kovid – 19 salgını da bu durumu ayrıca teyit etmektedir.
  • Bu radikal zihniyet hedefe kilitlenmiş şekilde İsrail ve Suriye toprakları içinde hedeflenen büyük savaş olan ARMAGEDON’DAN sonra geleceğine inandıkları MESİH’İ beklemektedir.
  • DEAŞ içindeki Müslüman olmayan ve radikal olan Hıristiyanlarında büyük savaştan sonra MESİH’İN geleceğine inanan inanç guruplarına ait kimselerin olması da çok düşündürücüdür! DEAŞ’ın kontrolünün de İsrail ve ABD’nin radikal unsurlarının elinde olmasının şaşırtıcı olmaması gerekir.
  • Neden Türkiye tarafından yakalanıp ve ülkelerine iade edilmek istenen DEAŞ savaşçılarının bazı ülkeler tarafından alınmak istenmemesi de bu zihniyete hizmet eden ülkeleri  ve o ülkeleri idare eden radikal idarecilerini de  deşifre etmektedir. Bu zihniyet radikal unsurları temsil etmekte, amaçları doğrultusunda insanların hayatlarını hiçe sayarak kullandıkları bunun yanında herkesi algı politikası ile piyon olarak kullanmak istedikleri de görülmektedir.
  • ABD Başkanı Trump, seçim kampanyası döneminde verdiği  taahhüdü hayata geçirerek, Paris İklim Anlaşması’ndan ülkesinin imzasını çekmesi şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. İnanç olarak nasıl olsa gelecek nesillerin olmayacağına ve kıyametin kendi nesillerinde geleceğine inanan ABD’nin üst yönetiminde ve karar verici noktada olan radikal unsurlar nasıl olsa dünyanın sonunun geleceğine inandıkları için böyle bir anlaşmaya gerek olmadığı düşüncesi çerçevesinde hareket ettiklerini teyit edilmektedirler. Radikalizmde mantık aranmadığı üzere, bu karar dada mantık aramak gerekmez!
  • Bunun yanında ABD’nin devlet borcunun 25 trilyon dolar civarına yükselmesi, ABD’nin 2020 mali yılının 9. Ayı olan haziran ayı itibarıyla senelik dönemde toplam bütçe açığının 2,7 trilyon dolara ulaşmış olması sorumlu kişilerden kimseyi paniğe sürüklemektedir. ABD yönetiminde karar verici pozisyonda bulunan bu radikal unsurların hedef ve düşünceleri doğrultusunda stratejilerin uygulandığını da bu durum teyit etmektedir. ABD’yi yöneten bu radikal düşüncenin kıyametin geleceğinden dolayı geleceğin olmadığına inandıkları için ABD’nin karşılığı olmayan parayı basması ve GSYH sına göre ABD’nin borcunun % 120 seviyesini geçmesi de göstermektedir ki ABD’yi yöneten ve yönlendiren radikal unsurların kendi hedefleri doğrultusunda ABD’yi yönlendirerek yönettikleri teyit edilmektedir.
  • ABD Başkanlarından Ronald Regan “ Armagedon’un yakın olduğuna inanıyorum!” ifadesinin yanında buna benzer açılamalar dönemin ABD başkanı George W. Bush ve akıl hocalarından Jerry Fawell başta olmak üzere ABD’nin önde gelen siyasetçileri ve vaizleri de dile getirmişlerdir.
  • Evanjelist vaiz Pat Robertson, Armagedon savaşı için “Artık an meselesi , her an vuku bulabilir, biz kenarda bekliyoruz.” söylemi radikal bir düşüncenin eseri değil midir?
  • İsrail hükümetleri hep Siyonist zihniyete hizmet eden radikaller tarafından idare edilmiştir ve edilmektedir. Onun için İsrail devletine Laik bir devlet olarak bakılamaz. İsrail Devleti bir din devletidir ve radikal Siyonist dinin inançları çerçevesinde yani ABD gibi radikal unsurlar tarafından yönetilmektedirler.
  • ABD’DE Virginya Eyaleti’nin kuzey bölgesinde çok etkili olan Mc Lean İncil Kilisesi’nin papazı gelecekle ilgili “ Son geliyor. Ne mutlu ki bizim zamanımızda olacağını düşünüyorum!” diye vaaz vererek “ Her iki kişiden biri ölecek, yani üç milyar insan!” demekten de çekinmediği görülmektedir.
  • Bu zihniyetin inancına göre , Mesih ortaya çıkmadan önce dinsizlik ve ahlaksızlık hakim olacak, insanlarda utanma duygusu azalacak, büyüklere saygı kalmayacaktır.
    • Zaten başta Avrupa ülkeleri olmak üzere ABD ve Batı toplumu bu şekilde büyük çoğunluğu şekillendirilmiş ve hala şekillendirilmektedir.
    • ABD’DE yapılan dizilerin bu zihniyete hizmet ettikleri görülmektedir. Zaten ABD ve Avrupa’da bu sektörün % 95’lik kısmı Siyonist zihniyetin elindedir. Bu zihniyetin algı ile toplumu istedikleri şekle dönüştüre bilme kuvvetleri bulunmaktadır.
    • Tabi ki bu metot çalışması Türkiye üzerinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk sonrası Türkiye’sinde yani Eski Türkiye’de ağırlık kazanmıştır. Bu durumunda Türk Toplumunun değer yargılarını ortadan kaldırma hamleleri olarak algılanması gerekmektedir.
  • Şii olan Müslümanlarda Büyük dünya savaşı olan Armagedon’dan sonra MEHDİ’NİN geleceğine inanan bir kesim bulunmaktadır. Bunlarda radikaldir. Neden bu kesim tarafından yönetilen İran’ın Ortadoğu’daki savaşları körüklediğini ve ciddi kaynak sarf ettiğini, İsrail ve ABD ile bu inandıkları aynı hedef doğrultusunda çalışarak ortalığı gerginleştirmeleri de bu düşüncenin ve zihniyetin bir ürünüdür.  
  • Ana mücadelenin merkezinin Ortadoğu yani İslam Coğrafyası olacağı bu zihniyetler tarafından belirlenerek kabul edilmiştir. Bu çerçevede ABD, özellikle petrol zengini müttefiklerini korumak gerekçesiyle müdahale stratejisini belirlemiş olup politik, askeri, ekonomik hazırlıklarını da bu doğrultuda yapmıştır. Ancak, çok kimsenin göz ardı ederek gözden kaçırdığı bu zihniyetin gerçek amaçlarıdır. ABD’de şu ana kadar bu zihniyete hizmet için gereken stratejileri uygulamıştır.
  • Sadece din adamları, dini kanaat önderleri, Hıristiyan ilahiyatçıların yanında bu felsefeye inanan, ABD’Yİ yöneten Amerikalı siyasetçilerde bulunmaktadır. ABD Başkanlarından Jimmy Carter, bir konuşmasında İsrail’in kuruluşu için şu sözleri sarf etmiştir. “İsrail Devletinin kurulması İncil kehanetinin gerçekleşmesi demektir.”
  • Bunun yanında ABD’li eski senatör Mark Hatfield’ın “ Bir Hıristiyan olarak, Yahudilerin Kutsal Topraklara dönmesini, bütün insanların ideal bir toplum olarak yaşamanın zevkine varacağı Mesihçi devrin  gelişinin bir işareti olarak görüyorum.”
  • Bu inanç zihniyeti Evanjelistler ve Neo-Con’lar üzerinden Siyonistlere yanaşarak “ABD İsrail’e sırtını dönerse ayakta kalamaz” şeklinde ki bir düşünceye ve duruma dönüşmüştür.
  • Koyu Evanjelist ve Siyonist yanlısı Fundamentalistlerin sembol ismi olan Jerry Falwell ”Bütün dünya ülkeleri uluslararası hukuka uymalıdır ama İsrail hariç.” Bunun yanında “İsrail’e karşı çıkan herkesin Tanrı’ya karşı gelmiş olacağını” diyebilmektedir. İsrail’de Jerry Falwell ormanı bulunduğunun da not edilmesi gerekmektedir.
  • Dönemin ABD Başkanı George W. Bush o zamanlar Irak işgalini yasal bir statüye kavuşturma mücadelesine girmişti. O dönemin ABD Dışişleri bakanı Colin Powell, 5 Şubat 2003’te BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada, “Saddam Hüseyin’in biyolojik silahlara sahip olduğundan hiç şüphe yok ve daha fazlasını üretebilecek kapasiteye sahip.” iddiasında bulunmuştu. ABD ve o zamanlar Siyonist Para Lobisinin güdümünde olan İngiltere , Irak’ın işgali için BMGK’ye yeterli deliller sunamadı. Bunun üzerine iki ülkenin öncülüğünde kurulan koalisyon gücü BMGK’den onay çıkmadan işgal kararını almıştı.
    • Bu zihniyetin inancına ve inandıkları Kutsal Kitap’ta yazdığına göre Babil (Bağdat) en kısa sürede yok edilecektir. Bu senaryo o zamanki sıkı bir Evanjelik Protestan olan ABD Başkanı George W. Bush tarafından gerçekleştirilmedi mi? George W. Bush seçim kampanyasında “ Kendisinin Tanrı tarafından göreve çağrıldığını” beyan etmişti.
  • O zamanın ABD Başkanı olan George W. Bush için yazılanlara göz atıldığı zaman “ Radikal dinci bir kişi” olarak tanımlanmaktadır. Bush beyanlarında “ Haçlı Seferi “ söylemlerini de yapmıştır. Bunun yanında G. W. Bush Beyaz Saray’da “ İnanç Temelli Toplum Girişimi” adında yeni bir ofis kurmuştur. ABD içindeki laikler tarafından büyük tepkiye neden olan bu karar devlet fonlarından dini kurumlara büyük paralar aktarmasını öngörmekteydi. G. W . Bush “ Kilise ile devlet arasındaki işbirliğini artırmak” olarak bu hamlesini belirtmiştir. Ayrıca 10 yıl içinde fonlardan bu kesime aktarılacak tutarın 24 milyar dolar civarı olacağını da belirtmiştir.
  • Irak işgalinde o dönemin gerek koyu bir Evanjelist olan Savunma Bakanı Rumsfeld, gerekse ABD ordusundaki görev yapan üst düzey Generaller köktendincilerden oluşmaktaydı.
    • Bu Generallerden Boykin, “ Bizden nefret ediyorlar, çünkü köklerimiz Yahudi - Hıristiyan’dır. Evet İsrail’e adanmışlığımız var. Bunu asla terk edemeyiz. Köklerimiz orada. Dinimiz Musevilikten geliyor, o yüzden nefret ediyorlar bizden.” Şeklinde 2002 yılında bir kilisede bu ifadeleri kullanmıştır.
    • Bunun yanında General Boykin “ G.W. Bush’u ABD Başkanı olarak Tanrı seçti. Neden bu kişi şimdi Beyaz Saray’da? Amerikan seçmenlerinin çoğunluğu ona oy vermedi. Ama o Beyaz Saray’da çünkü Tanrı onu belirli bir süre için oraya gönderdi.” demişti.
    • O dönemlerde Başkanların akıl hocası olarak gösterilen Papaz Graham “İslam’ın Tanrı’sı ile bizim Tanrı’mız ayrı” diyerek Başkan Bush’u tüm İslam alemine savaş ilan etmeye çağırmıştı.
  • Katoliklikte faiz haramken, Protestanlıkta aynen Musevi inancındaki gibi serbesttir. Katoliklik çile çekmeye vurgu yaparken, Protestanlık, Musevilik gibi zenginleşmeyi hedeflemiştir. Evanjelistlerde Protestanlığın Haçlı zihniyete sahip olan uzantılarıdır ve Müslümanlardan nefret ederler.
  • Irak’ın işgalinden sonra gerek ABD, gerekse de İsrail Misyonerlik çalışmalarını Irak’ta artırarak, Kuzey Irakta Kürt devleti kurmak için Kürtlerin Hristiyanlaşmasına ağırlık vermişlerdir. Bu çalışmalarda Kürtçe İncil’ler basıldığı ve bölgede çok sayıda Kürt kökenli insanın Hıristiyan yapıldığı görülmektedir. Bunun yanında Kürtler ile İsraillerin akraba olduğunu göstermek içinde o zamanlar bazı hamleler yapıldığı zaten gözlenmişti. Adnan Oktar ve Dr. Oktar Babuna olayı bu durumu ayrıca teyit etmektedir. Bu çalışmaların içinde İsrail istihbaratının da ciddi şekilde bulunduğu görülmektedir.
  • Evanjelizm, Yahudi stratejisine öylesine öyle uygun yorumlar yapmaktadır ki; “ Bu Hıristiyan iddialarını acaba bir Musevi mi  yazdı!” diye bir düşünceye de insanları sevk etmektedir.
  • Bütün bu politik ve ekonomik birlikteliğinin ABD ayağındaki Evanjelistlerin, ana hedefleri olan Armagedon’a ulaşması için Evanjelistlerin politik ayağı konumunda olan NEO-CON’lar “ Yeni Muhafazakarlar” ile ittifak yapmışlardır. Bu gruplarda Cumhuriyetçi parti içinde bulunmaktadır. Bu zihniyet Laikliğe kesinlikle inanmamakta ve dini, toplumun vazgeçilmez bir çimentosu olarak görmektedirler, İsrail Devletinde olduğu üzere. Bunun yanında “Eğer toplum içinde bir dış tehdit varsa, suni olarak bunun üretilmesi gerekmektedir.” fikrine de inanmaktadırlar.
    • Irak’ın İşgali,
    • 11 Eylül saldırıları,
    • Afganistan’ın  işgali,
    • Arap Baharı ve Suriye’nin durumu,
    • Libya’daki güç savaşları,
    • Doğu Akdeniz de yaşanan kaos

 hep bu zihniyetin ürünüdür.

  • Ayrıca Akdeniz’de iki NATO ülkesi olan Fransa ve Türkiye’nin karşı karşıya getirilmesi ve Fransa tarafından olayın abartılması ve zorlanması da Globalci Siyonist Para Lobisine hizmet eden Fransa’nın yani Radikal Siyonist zihniyetin bir hamlesi olarak görülmektedir.
  • Soğuk Savaş sonrasında, İsrail’in çıkarları bütünüyle ABD’NİN çıkarları anlamına gelecek şekilde ABD’DE karar verici politikacılar bu yönde ABD’NİN dış politikasını yönlendirmişler ve yönetmişlerdir. “Güçlüyüz o zaman haklıyız!” felsefesi doğrultusunda hak ve hukuku bir tarafa bırakarak hareket etmişlerdir. Bunun yanında Türkiye’nin de “ Haklı isek güçlüyüz!” felsefesi ile hareket ettiğini de atlamak gerekir.
    • Bu felsefe doğrultusunda, mevcut uluslararası hukukun ABD’NİN beklentilerini tatmin etmediği noktalarda baypas edilmesi, bunun yanında ABD’NİN menfaat ve hedefleri çerçevesinde hukukun işletilmesinin örneklerine de çok defa şahit olunmuştur.
      • Kudüs’ün başkent yapılması kararı,
      • Türkiye’ye karşı PKK kartının kullanılması,
      • FETÖ terör örgütünün desteklenmesi,
      • Türkiye’ye karşı Halk Bankası kartının dünya hukukuna aykırı bir şekilde kullanılması,
      • İran’a uygulanan  ambargo,
      • Çin ile girilen ticaret savaşları ve bu doğrultuda alınan kararlar,

Bu olayların hepsi bu zihniyetin ürünüdür.

  • Evanjelistler Scofield İncili’ni kabul eden bir zihniyete sahiptirler. Schfield İnciline göre kıyamet kopmadan önce Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez inmesi gerekmektedir, bu inanışa göre “ Hz. İsa’nın ikinci doğuşu ile O’na inanan Evanjeliklerin ruhları semaya yükselecek, onlar Hz. İsa ile Deccal arasında Armagedon’da yapılacak Kıyamet savaşını rahat koltuklarından seyredeceklerdir.
  • Scofield İnciline göre Mesih’in yeryüzüne inebilmesi için üç koşulun gerçekleşmesi gerekliliğine inanılmaktadır.
    • Yahudilerin dünyanın dört bir tarafına dağılması,
    • Yahudilerin toplanıp Kudüs merkez olmak üzere yeniden devletlerini kurmaları,
    • Mescid-i Aksa’nın yıkılarak üzerine Hz. Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşa edilmesi. 
  • Mesih ( Hıristiyanlar Hz. İsa’yı kastediyor) bir gün krallığı kurmak için yeryüzüne inecektir. Hem Siyonist radikal Museviler hem de Evanjelist gibi Hıristiyan radikaller bu inanca sahiptirler. Bu zihniyete sahip olan ve bu inanca hizmet edenler bütün adımlarını bu çerçevede atmaktadırlar.
  • Bu zihniyet, İsa Mesih gelmeden önce iki İslam mabedi olan Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra yıkılacak, yerine üçüncü Süleyman Tapınağı inşa edilecek şeklinde bir  inanca sahiptirler.
    • Bu zihniyetin attıkları adımlara ve verdikleri kararlara bakıldığı zaman Mescid-i Aksa’yı yıkmak için her türlü hazırlığı yapmakta oldukları görülmektedir. Zaten bu düşüncelerini  ve çalışmalarını da saklamamaktadırlar.
  • Evanjelikler, Kitab-ı Mukaddes’te de geçen Kıyamet Savaşı’nın, İsrail’deki Megiddo Dağı’nda yapılacağına inanmaktadırlar.
  • Armagedon’a giden süreçte hedefteki ülkelerden en önemlisinin Türkiye olduğu maalesef ortadadır.
    • Bu durumdan dolayı, Türkiye’yi bu bataklığa çekmek ve kaosa sürüklemek için Türkiye’ye karşı gerek ekonomik gerekse de siyasi olarak her yönden saldırılar düzenlendiğini görmekteyiz. Bunların yanında kontrol ettikleri terör örgütlerini kullanarak ve içimizdeki uzantıları vasıtasıyla da bu saldırılarını devam ettirmek istemektedirler.
  • Bu zihniyet şunu da bilmektedir. “Türk ordusu himayemiz ve kontrolümüz altında güçlü olursa sorun olmayacağını, ama Batının ve bu zihniyetin kontrolünden çıktığı zamanda bu zihniyet ve Batı için tehlikeli olacağının” bilincindedirler.
    • Türkiye’deki gerek 15 Temmuz darbe girişimi gerekse de önce yapılan darbeler hep bu zihniyetin eseridir.
  • 2000’li yıllarda kullanılan “Millennium” kelimesi , Bu zihniyetin inançlarına göre İsa’nın bin yıl devam edeceğine inanılan iktidarın adıdır. Algı ile topluma başka şekilde empoze edilmiş olan bu kelimeyi toplumda yadırgamadan kullanmıştır. Bu durum gözden kaçırılmaması gereken bir detaydır.

 

Bu düşünceler ve söylemler, bir kaç köktendinci din adamının düşüncesi olarak görülmemesi gerekir. Teolojik geleneği siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanarak ABD- İsrail ittifakını geliştiren ve güçlendiren Evanjelist, Methodist, Babtist dini grubun, günümüze kadar uzanan politikalarının yansımalarıdır. Nitekim son çeyrek asırda ABD, kendisinin ahir zamanda yaşadığına ve kıyametin kendi yönetimi esnasında kopacağına inanan başkanlar ve ekipler tarafından yönetilmiştir ve hala hazırda da yönetilmektedir.

Bu zihniyetin ABD politik sisteminde, Türkiye’deki radikal FETÖ terör örgütü gibi çok kuvvetli bir güç haline geldiğinin de atlanmaması gereken bir gerçektir. Bu radikal zihniyet ABD sisteminin kılcal damarlarına kadar girerek ABD’NİN ana politikasını yönlendirecek bir güce gelmiştir. Şu an itibarı ile zaten ABD Başkanı Trump yönetiminin kritik yerlerinde ciddi bir Evangelist ve Neo-Con kadro bulunmaktadır. Bu ekibin, Pentagon, CIA ve Dışişleri’nde etkin konumlarda yer aldığı ve ürettikleri politikalarda Siyonistler ile dirsek temasında oldukları da atlanmaması gereken bir konudur. ABD Başkan Yardıcısı Mike Pence zaten koyu bir Evanjeliktir, İslam karşıtı ve büyük dünya savaşı ARMAGEDON’DAN sonra Mesih’in geleceğine inanan bu zihniyete hizmet etmektedir. Indiana valisi olduğu dönemlerde de Pence, yine aşırı Hıristiyan- Evanjelik görüşlere sahip bir Amerikalı profili çizmiştir. İslamofobik görüşleriyle öne çıkan grubun toplantılarına katıldığı da bilinmektedir. Pence’in ABD Başkan Yardımcısı olarak seçilmesi bütün dünyadaki Protestanlarda / Evanjeliklerde bir umut olmuştur. Bu durumdan dolayı radikal olan Hıristiyan- Evanjelikler taleplerini, Trump’tan ziyade Pence üzerinden gerçekleştirmek istemişlerdir. Zira Pence Hıristiyan – Evanjelik değerlerle birebir uyumlu görüşlerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemiş, hatta bunları politikalara dönüştürmek için de çaba sarf etmiştir. ABD Başkan Yardımcısı Pence’in ayrıca, “ Hıristiyan cihadından söz etmesi“Haçlı ruhunu yansıtacak semboller kullanması”, “İsrail’e kayıtsız destek verilmesine” dair görüşleriyle dikkat çeken birisidir.

Dünyadaki bu Evanjelist zihniyet ABD’Yİ “Tanrı’nın ülkesi” olarak da görmektedir.

 

Eski CIA Başkanı ve şimdiki ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da NEO-CON ekibindendir.  “Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması olayında ön safta yer alarak bu dehşet verici karar için can atmış ve çok çalışmıştır.”

 

ABD seçimlerinde  din, bilhassa Evanjelik Hıristiyanlar çok ciddi şekilde rol oynamaktadırlar. Siyonist zihniyetli radikal unsurlar tarafında yönetilen İsrail Devleti nasıl Laik değilse bu radikal unsurlardan dolayı ABD sistemini idare eden güçlerinde Laik olduğu iddia edilemez. ABD’NİN hamlelerine ve uygulamalarına bakıldığı zaman, günümüzde dini boyutu olmayan veya belirleyici unsuru din olmayan neredeyse hiç bir önemli olayın yaşanmadığı ve hamlelerin yapılmadığı görülür.  

ABD’de Trump’ın seçilmesinde din faktörü öne çıkmıştır. Özellikle de muhafazakar beyaz Protestanların/ Evanjeliklerin öne çıktığı görülmektedir. Aslında din, özelde ise Protestanlık ve Evanjelikler, Cuhmuriyetçilerin seçilmesinde her zaman etkili olmuştur. Cumhuriyetçi adaylar da çoğunlukla Evanjelikler, Mormonlar, Baptistler ve Metodistler gibi beyaz Amerikan Protestanlarına ait farklı gruplardan çıkar. Evanjelikler ile Mormonların, Amerika’daki ( hatta dünyadaki) Hıristiyan mezhepleri arasında en tutucu, radikal kesim olduğunun bilinmesi gerekir. Amerika Hıristiyanlarının çoğunlukla Protestanlardan oluştuğu bir gerçektir. Bu Protestanlar içinde “Siyonist - Hıristiyanlar” olarak adlandırılan Evanjelikler önemli bir role sahiptirler.

Bu açıdan Avrupa ülkeleri ele alındığı zaman karşımıza şu tablo çıkmaktadır;

  • Bu dini motivasyonlar Avrupa Ülkeleri içinde geçerlidir.
  • Dinden uzaklaşma Avrupa’da hayli yüksek olduğundan ( % 70 ler seviyesinde) seçimlerde din faktörünün ABD’ye oranla daha az öneme sahiptir.
  • Bunun yanında Avrupa’daki partiler, Yahudi- Hıristiyan arka planın hep gözetildiği bir siyaset izlemektedirler.
  • Avrupa’nın zihin kodlarını oluşturan en önemli kimlik Hıristiyan / Yahudi- Hıristiyan geleneğidir.
  • Türkiye’nin AB’ye girişinin önündeki en önemli engel de Türkiye’nin Müslüman kimliğidir.

 

Zaten Siyonist bir zihniyete hizmet eden Avrupa Birliği ve Avrupa eğer radikal unsurların inançları doğrultusunda ARGAMEDON savaşı olmaz ve “Tanrıyı kıyamete zorlayarak” bu felsefe doğrultusunda MESİH gelmezse İlluminati felsefesinin kucağına düşecekleri görülmektedir. İlluminati “ *Tek dünya, * Tek para , * Tek din. “ felsefesidir. Bu felsefenin arkasında da Rockefeler Ailesi bulunmaktadır.   Bu aile şu an ABD’DE Ulusalcı Kanadı desteklemektedir. Eskiden Para Lobisi Siyonist Globalci Rothschild ailesi ile beraber olan bu aile David Rockefeller’in oğlu olan  Richard Rockeller’in 2014 Haziran ayı ortalarında uçak kazasında! ölmesi ve sabotaj iddialarının ortaya atılması ile Globalci Para Lobisinden  kopmuştur. Ayrıca Kovid -19 virüsünün çıktılarına bakıldığı zaman bu hedeflere insanların ve ülkelerin sürüklendiği görülmektedir. Tabi ki dünya nüfusunun azaltılması projesini de atlamamak gerekir.

 

Ayrıca, kendilerini son savaşın yani ARMAGEDON’UN gelişini hızlandıran askerler olarak gören bu zihniyet ve bu zihniyete sahip üst düzey siyasetçiler, Amerika ve İsrail siyasetini de bu çerçevede koordineli olarak yürütmektedirler. Bunun yanında bu zihniyete inanan ve Globalci Siyonist Para Lobisinin güdümünde olan Fransa gibi Avrupa Ülkeleri yöneticilerinin de olduğunu da atlamamak gerekir.

 

ABD’yi şu an yöneten Cumhuriyetçiler içinde de mücadele olduğunu ve bu mücadele radikal unsurlar olan Evanjelistler, NEO-COM’lar ile Pentagon’u kontrol eden radikal olmayan Katolikler arasında olduğunu ve bunun yanında bu radikal unsurların Globalci  Siyonistler ile dirsek temasında bulunduğunu belirtmiştim.

Gerek Evanjelistlerin, NEO- CON’ların yanında Haçlı zihniyetine sahip radikal Hıristiyan toplulukların gerekse de Siyonist radikal uçların inançlarındaki ortak nokta ARMAGEDON büyük dünya savaşından sonra MESİH’in geleceğidir.  Ayrıca Şii mezhebinde ARMAGEDON’DAN sonra MEHDİ’NİN geleceğine inanan bir kesimde mevcuttur. Bu zihniyetlerin birbirleri ile temas halinde olduğunun da atlanmaması gereken bir gerçektir.

Bu doğrultuda, bizim inandığımız şey fark etmemektedir. Eğer ABD’yi yöneten bu radikal unsurlar ve bunların uzantıları buna inanıyorlarsa, bu zihniyetin uygulamaları bütün dünya gibi bizi de etkileyeceğinin farkında olunması gerekmektedir.

 

Mühim olan bizim düşüncemiz veya fikirlerimiz değildir. Dünyayı yöneten “Kuvvet bende ise haklı benim” diyen bir zihniyetin dünyayı kendi kanunları çerçevesinde başkalarına yaşama hakkı vermemek üzere dünyadaki ve bölgemizdeki olayları kurguladıklarının iyi bilinmesi gerekmektedir.

 

Şunu da atlamamak gerekir, dünyada Radikal unsurların fikirlerinin asla değişmediği ve inanışlarına ve hedeflerine göre pozisyon alarak hareket ettikleri bir gerçektir. Bu radikal unsurlar ister Müslüman olsun, ister Yahudi olsun isterse Hıristiyan olsun hiç bir şekilde fark etmemektedir. Dünya da şimdiye kadar olan savaşlara veya olaylara bakıldığı zaman radikal zihniyetin bu olayların merkezinde olduğu görülür.  

 

Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetine ve bıraktığı vakıf senedine göre tekrar Cami olarak kullanıma açılması bu mücadelenin bir neticesidir. Türkiye bu oyunu görüyoruz, “Tanrıyı kıyamete zorlama” zihniyetine inanan ve onlara destek verenlerin Türkiye’nin bu hamlesi ile  kendilerini açığa vurdukları da ortadadır. Türkiye içinde bu karara karşı gelenlerin milli ve manevi değerlerinden kopmuş, bu mücadelenin farkında olmayan veya olup da taraf tutanların bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyen  kimseler olduğu da açıktır. Kendilerini de bu suretle açığa çıkardıklarının da farkında olmaları gerekir. Ayasofya caminin İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı Hanedanlarının protokol camisi olarak kullanıldığının da atlanmaması gerekir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ve Doğu Roma İmparatorluğunu ele geçirmesinden dolayı ayrıca Fatih Sultan Mehmet Doğu Roma İmparatorudur da.

Danıştay kararı ve Sayın Başkanın Ayasofya’nın camiye tekrar dönmesi için yaptığı hamlelerden sonra yaşananlara ve söylemler bakıldığı zaman;

  • ABD’li üst düzey komutanının PKK ile görüşmesi tesadüfi değildir.
  • ABD’NİN  Eski Başkan Yardımcısı ve kasım ayındaki başkanlık seçiminde Globalci Siyonist Para Lobisinin güdümünde olan Demokratların adayı Joe Biden “ Ayasofya 1985’ten beri UNESCO’NUN Dünya Kültür Mirası statüsüne de sahiptir. Türk hükümetinin Ayasofya’yı camiye çevirme kararından derin üzüntü duyuyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bu kararı iptal etmesini, bunun tersine çevirip bu kıymetli yerin mevcut müze statüsünün korunması ve herkese eşit erişim sağlanmasını şiddetle tavsiye ediyorum.” şeklindeki beyanatı hangi zihniyete hizmet etmekte olduğunu da ortaya koymaktadır.
  • TMMOB Mimarlar odası Ankara Şubesi, “ İktidarın Cumhuriyetle hesaplaşması devam ediyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dönemin Bakanlar Kurulunun kararıyla 24 Kasım 1934 yılında müze olarak açılan, 1985 yılından bu yana UNESCO dünya miras listesinde olan Ayasofya’nın müze statüsünün ortadan kaldırılması Atatürk’ün imzasının, Cumhuriyet modernitesinin, kültürün evrenselliğinin reddi anlamındadır.”
    • Sanki hala ibadete açık olan Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (EDİRNE) ,Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (SİVAS), Sultanahmet Camisi (İSTANBUL) UNESCO dünya mirasları listesinde değilmiş gibi açıklamalarda bulunulması hoş bir şey değildir.
  • Papa’nın “ İçim acıyor!” diye beyanat vermesi,
    • Sayın Papa’ya İspanya’da 8. Yüzyılda cami olarak inşa edilmiş ve 13. Yüzyılda kiliseye dönüştürülmüş olan halen ibadete açık ve aktif bir kilise olarak kullanılmakta olan İspanya Cordoba Camisini hatırlatmak gerekir. Bu yapı 1984 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesinde varlığını da sürdürmektedir.
  • AB, Fransa’nın çağrısıyla Türkiye’yi görüşecek; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki rolü, Fransa’nın gemi iddiası ve mülteci krizinin ele alınacağı belirtilmiştir.
  • 1987’den 2019’ a kadar silah ambargosu uyguladığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne , birden bire askeri eğitim desteğini ve kaynak sağlayarak güvenlik ilişkilerini geliştireceğini duyuran ABD, Türkiye’yi sıkıştırmak ve kafalarının arkasındaki gerçek radikal düşüncelerini hayata geçirebilmek açısından hamle üstüne hamle yapmakta oldukları görülmektedir.
    • Doğu Akdeniz ve Libya’da bütün Türkiye düşmanı odakları karşısına alan ülkemizin tarihi ve egemen haklarını savunma  gayesi Türkiye’nin varoluşu olduğunu atlamamak gerekir.
  • Güney Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı, “Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, uygar dünya ile onu temsil eden uluslararası kuruluşlar için yeni bir sorun daha ortaya çıkarmaktadır.”
  • Güney Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Nikos Hristosulidis.” Türkiye’nin Ayasofya konusundaki davranışlarını kınıyoruz. Türkiye’yi uluslararası yükümlülüklerine uymaya çağırıyoruz.”
    • Güney Kıbrıs’ın dünya hukukuna uyan bir süreç yaşatıyorlarmış gibi bu demeçleri vermesi hoş gözükmemektedir.
    • Yurtdışı Türkiye düşmanları şimdide Yunanistan yerine Güney Kıbrıs Rum Kesimini Türkiye’ye havlatmaya başladıkları görülmektedir.
  • Yunanistan Başpiskoposu, küstah bir dille “ Türkler Ayasofya’yı ibadete açmaya cesaret edemezler.” şeklindeki kontrol dışı hezeyanları,
    • Ayasofya İstanbul’da ve İstanbul’da Türkiye’nin egemenliğinde değilmiş gibi söylemler yapmaya kalkması hoş değildir.
    • Egemenlik sınırlarımız içine nerede ibadet edeceğimiz, nereyi ibadete açacağımız sadece Türkiye’nin tayin ve tespit edeceği bir konu olduğu atlanıyor anlaşılan!
  • İçimizden bazıları;
    • “Ayasofya cami oldu işsizlik, yokluk, yoksulluk , adaletsizlik bitti.”
    • “Kadın –doğa- çocuk – hayvan- kültürel varlıklar düşmanlığı anında yok oldu.”
    • “Ayasofya’nın camiye çevrilmesi çok yanlış ve tamamen siyasi çıkarlar için verilmiş bir karar. Bu toprakların tarihine saygısızlık, insanlık mirasına ve farklı kültürlere saygısızlık. Kapıları herkese eşit şekilde açık bir müze olmalıydı bu değerli mekan.”
      • Sanki bu kesimim Refah Toplumu diye adlandırdığı Batı toplumu bizim değerlerimize saygılıda bizden bu isteniyor! Bu zihniyet neyin eseri! Bu zihniyet ile kimlere hizmet edildiğinin farkında olunması gerekir.
    • “Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmek dünyanın geri kalanına artık seküler değiliz demektir”
      • Bu hangi kafa ile kimlere ne mesaj verilmeye çalışılıyor? bu mesajları çok iyi tartmak gerekmektedir!
    • Bazı basın kuruluşları Ayasofya için;
      • “İhtiyacımız yok!” şeklinde haberlerini manşetlerine taşıdıkları görülmektedir.
      • ABD, Avrupa ve diğer ülkeler yakında ekonomik ablukayı başlatabilirler!
      • Ayasofya’nın açılmasını isteyenler, yurt dışındaki camilerimizin başına ne gelir hiç düşünüyor mu?
        • Şunun bilinmesi gerekir ki sanki bu söylenenler, sayılan ülkeler tarafından şimdiye kadar yapmamışlar! Türkiye’yi korkutarak!  veya parmak sallayarak bir noktaya varılamayacağının da çok iyi bilinmesi gerekmektedir. 
    • İBB Başkanı Sayın İmamoğlu;
      • Yunan gazeteciye “ Ayasofya’nın ibadete açılması gibi bir ihtiyacın bulunmadığına inanıyorum.” demesi de, hiç hoş değildir.
    • HDP’li Hüda Kaya “ Ayasofya gibi işgal altında olan yüzlerce kilise var. Adına cami demekle olmuyor. Orası hangi inanç erbabınca kurulduysa o inanç erbabının olması gereken bir yerdir.” İfadelerini kullanması çok düşündürücüdür.
      • Avrupa ülkelerinde eskiden cami olarak yapılan bir sürü yapı vardır! Şimdi ise değişik amaçlarla kullanılarak mezbelelik olmuş veya Kiliseye çevrilerek Kilise olarak kullanıldığının farkında olamayan bu zihniyet ne demek istemektedir. Anlamak çok zor!
      • Sayın siyasetçi kimi temsil ettiğini sözlerine başlamadan önce belirtirse ne söylemek istediğini daha net anlaşılır.

 

İçimizde ki bazılarının beyanlarının nasılda Yurtdışı Türkiye düşmanları ile aynı içerikler içerdiğin ve aynı ağzı kullandıkları da çok iyi bilinmesi gereken bir gerçektir.

 

Yurtdışı Türkiye ve Müslüman düşmanlarının ve içimizdeki uzantılarının sesleri ve reaksiyonları ne kadar yüksek çıkıyorsa çok doğru yolda olduğumuz  teyit edilmektedir.

Zaten Ayasofya’ya yurt dışından turist olarak gelen insanlar zaten nereye geldiklerini çok iyi bilmektedirler ve eski sistemde olduğu üzere para ödeyerek değil de para vermeden gezeceklerini de atlamamak gerekir.

Bu nasıl bir zavallılık ve aşağılık duygusudur anlamak çok zor. Batı toplumu yapınca bir şey yok , biz yapınca Yurtdışı Türkiye düşmanları ve içimizdeki bu toprağın insanı olduğunu hissedemeyenler ayakta. Bir de söylemleri ile birbirlerine pas atıyorlar! Sonra da biz demiştik diyecekler, bu söylemleri ile bundan sonraki senaryolarının  hazır olduğunu ifşa etmektedir. Dik durmayı bile beceremeyen bu zihniyetin ve zümrelerin bu topraklarda barınması çok zordur ve söz konusu da değildir. Refah toplumundan medet umanların Refah Toplumunun pandemi süresinde boyaları dökülünce çok ciddi bir bunalıma girdiklerini bu iskeletsiz duruş ve söylemleri maalesef teyit etmektedir.

Türkiye, ne zaman kendinden taviz verdiyse ve uzlaşma yolu aradı ise kaybetmiştir. Buna karşılık hangi konuda ilkeli, kararlı duruş sergilemişse bedel ödeyerek kazanan tarafta yer almıştır. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi meselesi de bu kararlılığın sonucudur. Haklı isek kuvvetliyiz felsefesi ile hareket edildiğinin de bilinmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan söylemlerinde;

“ Kuklalarla değil, kuklacılarla muhatap olduğumuz bir döneme girdik. Bunun için ne terör örgütleri, ne içine çekilmek istendiğimiz kısır siyasi gündemler ne diğer tuzaklar işe yarayacaktır. Hedefimize ulaşıncaya kadar inşaya, ihyaya devam edeceğiz.“

“Dünyanın öteki ucundan gelip sınırlarımızda operasyon yapmayı kendilerinde hak görenler, güvenlik kaygılarımızı hiçe sayabiliyor. Bizi sahillerimize hapsedecek ve denize adım atamayacak anlaşmaların peşinde koşanlar, Türkiye’nin meşru anlaşmasına karşı çıkabiliyor. ”

“ Şeffaflıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan ülkelere kapılarını açanlar Türkiye’ye yasak koyabiliyor.”

“Ülkenin meşru yönetimini yıkmaya yönelik darbe girişimlerini  görmezden gelenler, bununla kalmayıp darbecilere kucak da açabiliyor.”

“Ekonomimizi hedef alanlar, dönüp birde bizi piyasa kurallarını ihlalle suçlayabiliyor.”

“ Ülkelerinde İslam düşmanlığı ve yabancılara yönelik adım atanlar, Türkiye’nin iradesine saldırabiliyor.”

“ İşte bu gelişmeleri, dostlarımızla düşmanlarımızı birbirinden ayırmamızı sağlayan birer filtre olarak görüyoruz. İçeride ve dışarıda kimin hangi safta durduğunu gördükçe, bundan sonra neyi nasıl yapmamız gerektiğini de anlıyoruz.”

 

Sayın Başkanın bu söylemleri tehlikenin nereden gelebileceğini ve kendilerini deşifre etmiş gerek yurt dışı gerek se de içimizdeki odakların ve kişilerin kimler olduğunu ve neler yapabileceklerini çok iyi bilindiğinin işaretidir.

 

Şu gerçekleri de bilmekte fayda vardır. Türkiye, farklı inançlara hoşgörüde Batı’nın 5 kat önündedir.

Türkiye’de her 461 gayrimüslim için 1 ibadethane varken, Avrupa ve ABD’DE ise yaklaşık 2 bin Müslümana bir cami düşmektedir.

            Diğer belli başlı ülkelerdeki durumlar;

  • İNGİLTERE :
    • Nüfusu: Yaklaşık 65,3 milyon
    • Müslüman Nüfusu: Yaklaşık 3,4 milyon, nüfusun % 5,1 civarı
    • 1.707 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.
  • ALMANYA:
    • Nüfusu : Yaklaşık 83,2 milyon
    • Müslüman Nüfusu: Yaklaşık 5 milyon, nüfusun %5,7 civarı.
    • 2.200 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.
  • FRANSA:
    • Nüfusu: Yaklaşık 66,9 milyon
    • Müslüman Nüfusu: Yaklaşık 6 milyon, nüfusun % 8,9 civarı
    • Takribi 2.400 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.
  • HOLLANDA:
    • Nüfusu: Yaklaşık 17,2 milyon
    • Müslüman Nüfusu: Yaklaşık 865.000 kişi, nüfusun % 5 civarı,
    • 1.728 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.
  • ABD :
    • Nüfusu: Yaklaşık 330 milyon,
    • Müslüman Nüfusu: Yaklaşık 3,45 milyon, nüfusun % 1,1 civarı
    • 1.600 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.
  • RUSYA:
    • Nüfusu: yaklaşık 146 milyon,
    • Müslüman Nüfus: Yaklaşık 23 milyon, nüfusun % 15 civarı
    • 2.875 Müslüman için bir cami bulunmaktadır.

 

Bu süreçte, “Türklerin Türklerden başka dostu yoktur!” desturu ile hareket edilmesi çok önemlidir. Bunun için bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olarak hareket edilmesi gerekmektedir.