Kendimi Türk milliyetçisi olarak tanıtır ve bununla gurur duyarım. Bu durum başka milletlerin yok olmasını talep etmek değil, kendi vatandaşımı refah seviyesine ulaştırmayı, mutlu ve huzurlu yaşamayı/ yaşatmayı hedef alan bir görüştür. Günümüzde “Türk milliyetçisiyim” diyen pek çok arkadaşımın, benim de yaşadığım gibi sıkça baskıya ve önyargıya maruz kalması bilindik bir durumdur; çünkü Türk milliyetçiliği günümüzde “faşizm” ile karıştırılmakta ve “faşizme” yaftalanmaktadır. Türk milliyetçiliği, İtalyan milliyetçiliğinin temeli olan bir kelimeyle bir tutulmamalıdır. Türk’ün ulusçuluğu vicdanıyla bütünleşmiş ve bugünlere gelmiştir.
Azerbaycan Devleti’nin işgal toprağı Karabağ’ı kurtarmaya başlamasından dolayı Türkiye’den verilen desteğin ilk amacı politika değildir. Ötesidir. Ötesi demek kardeşimizin hakkını savunduğu, elinden alınanı alma gayretine destek çıkmaktır. Zamanında Karabağ’da soykırım yapılırken insan hakları gözetmeyenlerin, bugün Türk milliyetçilerine, Azerbaycan’a destek verdikleri için “faşist” demeleri de amaçsızdır. Bu destek faşist yapmaz! Birlik çağrısı yapar.
Gel gelelim Türk milliyetçileri başka ne yapar? Türk milliyetçilerinin temel görevlerinden biri de kendi kültürlerini özümseyerek hayatını idame ettirmek ve bunu vatan toprağındaki vatandaşlarına yaymaktır. Türk mitolojisini incelediğimizde doğaya müthiş bir saygı görmekteyiz. Bu mitolojik anlatılarda kalmamış ve zamanında bunu gündelik hayatlarına da indirgemişlerdir. Örneğin ağaçların kutsal sayılması ve zarar verilmemesi buna basit bir örnektir. Çünkü ağacın içinde yaşayan Kübey Hatun’a duyulan saygıdan başlar. Ağaç kültü hayat ağacıyla da şekillenmiş ve bu dünyayla öteki dünyanın bağını kuran bir kapı haline de gelmiştir. Fakat günümüzde biz Türk milliyetçileri doğa konusuna ne kadar eğildik? Türk büyüklerinin isimleriyle ormanlar yapma gayretine girdik ama Hatay için bir yardım kampanyası oluşturduk mu? TEMA ile iş birliğine gidilip Hatay’ın yaralarını iyileştiremez miydik? Oradaki vatandaşlarımıza destek olamaz mıydık?
Türk özünde kadına saygıyla da kendini öne çıkarır. Okuduğum bir kitapta şamanların ayin sırasında giyinişlerinin “kadın” gibi giyindiğini ve ayin esnasında dişi bir hayvana (her şamanın kendi özümsediği bir hayvanı vardır. Arketip gibi düşünebiliriz. Hayvan şamanı sembolize eder) dönüştüğü ve dönüştüğü hayvan bedeninde doğurduğu ritüelini gerçekleştirir. Anaerkil toplum baş gösterdiği zamanlarda –özellikle Türklerde- kadınların kutsal sayılma sebeplerinin en başında “doğurması” gelir. O dönemki mantığı basit ölçekte anlatacak olursak: “Tanrı insan yaratıyor, kadın insan doğuruyor. Kadın o zaman kutsaldır.” Mantığıyla hareket edilmiş ve kadının toplumdaki değeri ve kutsallığı artmıştır. Daha sonraki yıllarda erkekler doğumdaki görevini fark edip toplum zamanla ataerkil vaziyetini almıştır. Özellikle Ziya Gökalp okumalarımızı yaptığımızda Türk Töresinde görüp göremediğimiz tüm varlıklara saygıyı anlayabilmekteyiz.
Yine Türk milliyetçilerinin yegâne amacı vatan toprağında yaşayan vatandaşlarının refah seviyesine ulaşması olmalıdır. Refah seviyesini ancak “adaletle” sağlarız. Adalet nedir peki? Adalet bir kuyumcudan alınan yıllık vergiyle, asgari ücretle çalışan bir kişinin aynı tutar vergi ödemesi değildir. “Gelire göre” vergi alınmalıdır. Eğer ki asgari ücretli bir kişi çocuğunu diğer çocukların yaptığı eylemlerden “maddiyattan dolayı” mahrum bırakmak zorunda kalıyorsa burada gelir adaletsizliği baş göstermiş diyebiliriz.
Kayseri’de yapılacak turizmin başında kayak sporu gelir. Erciyes dağının ihtişamı çevre illerden bile görünür. Lakin Kayseri Belediye Meclisinde “kayak alt gelir grubunun yapacağı bir spor değildir” denilerek yüzde elliye kadar zam yapılmasını onaylandı.
Şimdi zaten “lüks” olarak tanımlanan ve bunu tanımı nasıl ortaya çıkarıldığı muamma olan bu sporun sadece sosyo-ekonomik seviyesi yüksek olanlara hitap etmesi ne kadar doğru? Peki, neden Türk milliyetçileri olan bizler buna sessiz kaldık ya da duymadık? Eğer ki sizler “milleti” temsil ediyorsanız bu milleti oluşturanlar sadece ekonomik seviyesi üst düzeyde olanlar değildir. Erciyes dağına çıkıp orada çocuklarına bir şey alamayan ailelerin, karda eğlenmek isteyen çocukların hakkını düşünmek zorundasınız. Evet, Türk milliyetçilerine çok iş düşüyor ve bunu göğüsleyebilecek iradedeyiz ama yetkililere daha çok iş düşüyor.
Romantik yaklaşma işi olunca hepimiz bu cephelerde “aç, tok” savaştık diye avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. Zamanında “aç, tok” savaşıldıysa o zaman artık bu milleti “tok” kılma vakti gelmiştir.
“Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım; ölesiye, bitesiye çalıştım. Aç milleti tok, az milleti çok, yoksul milleti bay kıldım.”