MANCHESTER'DAN TEKLİF ALDIM
Kayseri Ticaret Odası (KTO) Başkanı Mahmut Hiçyılmaz'ı daha yakından tanımak ister misiniz?
MANCHESTER’DAN TEKLİF ALDIM
Kayseri Ticaret Odası (KTO) Başkanı Mahmut Hiçyılmaz’ı daha yakından tanımak ister misiniz? Oldukça mütevazı ve başarılı odaklı bir kimliği var. Kendini çok iyi yetiştirmiş, çok iyi okullarda okumuş bir insanın bu kadar mütevazi olması dikkat çekici… Hiçyılmaz ile özel hayatı ve KTO ile ilgili bilinmeyenleri, merak edilenleri konuştuk ve ortaya 3 gün sürecek bir seri röportaj çıktı… İşte Mamut Hiçyılmaz…
Mahmut Hiçyılmaz, kimdir?
Ben 1957, Kayseri doğumluyum. Kayseri’nin eski mahalleleri diye adlandırılan mahalleleri ardır. Ben de Hacıvelet Mahallesi’nde doğmuşum. Aşağı yukarı ben 7 yaşıma gelene kadar oradaydık. İlkokula başlarken Düvenönü’ne, kiraya taşındık. Yakın olması nedeniyle Gazi Paşa İlkokulu’nda başladım okula.
Abdullah Gül’de Gazi Paşa İlkokulu’nda okudu…
Evet, Abdullah Gül ile aynı okuldaydık. Tabi benden büyük olduğu için okulda onu hatırlayamıyorum ama kardeşi Macit Bey ile birlikteydik. Çok da köklü bir okuldu. Orada çok güzel hatırlarım var. Öğretmenler beni çok severlerdi. Başlangıçta öğretmenleriniz nasılsa, size derse alıştırmışlarsa ve de dersi severseniz başarılı oluyorsunuz. Çok da iyi ve tecrübeli öğretmenlerim vardı. Fetihe Hanım diye bir öğretmenim vardı, çok da yaşlıydı ama güzel öğretmişti bize. Mehmet Düzgün diye bir hocamız vardı o da çok kaliteli bir öğretmendi.
Orta Okulu Ted Koleji’nde okudunuz…
Bu arada ben 3. sınıftayken daha uzak bir eve taşındık. Aydınlıkevler’e kendi evimize taşındık. Aydınlıkevler ilkokul daha yakın olmasına rağmen okulumun ve öğretmenlerimin iyi olması sebebiyle başka okula geçmedim. İlkokul bittikten sonra Ted Kayseri Kolejine yazıldım. Kolej o zamanlarda pek bilinen bir okul değildi. Ben kolejin 3. Yılında başlamış oldum. 7 yıl kadar da orada okuduktan sonra buradan mezun oldum. Tabii çok başarılı yıllarım oldu kolejde de. Çok iyi arkadaşlarım, hocalarım oldu.
Kolejde futbol takımındaydınız…
Ben futbolu çok severdim. Lise futbol takımının içinde yaşı en küçük olan bendim. Lise takımının içerisine beni ortaokul öğrencisiyken seçtiler. İyi oynardım ben futbolu. Başarılı bir takımımız yoktu belki ama çok iyi arkadaşlıklarımız oldu. Abilerim de beni çok seviyordu. İngiltere’de de futbol başka bir anlayışla yapılıyor. Orada da kendi aramızda oynardık ama Manchester United’dan da teklif gelmişti, alt yapımıza gel diye. Belki biraz cüsse bakımından sıkıntılıydım ama çok iyi futbol oynardım.
Spor; ahlaktır, paylaşmaktır, düzenli hayattır. Futbolun sizin hayatınıza ne gibi yansımaları oldu?
O yaştaki çocuklar kendilerine sosyal bir aktivite yaptırabiliyorsa işte o zaman arkadaşlığın size vermiş olduğu çok güzel hatıralar oluyor.
Biz sesinizin güzel olduğunu duyduk, şarkı söyler misiniz?
Futbol takımının yanı sıra bir koramız vardı. Türk sanat müziği söylerdik. Tabii sesim de fena değildi. Çok değerli arkadaşlarım vardı. Hatta okul olarak bir de konser vermiştik. Tabii kendi içimizde hocalarımız, arkadaşlarımıza bir eğlence düzenlemiştik. İşte buralarda insanlar bir yardımlaşma duygusu kazanıyor. O yardımlaşma duygusu içinde de paylaşma ön plana çıkıyor. O yaşlarda öğrenmiş olduğunuz bu özellik sizi ömür boyu fayda sağlıyor. Çünkü hayatın her kademesinde bu özellik çok önemli. Onun için çocukları erken yaşlarda bu tarz aktivitelerin içine dâhil etmek gerekiyor.
Üniversiteyi İngiltere’de okudunuz. Nasıl karar verdiniz?
Kolejden sonra girmiş olduğum sınavda İstanbul İktisat Fakültesi’ni kazandım ancak 1975 yılında mezun oldum. 1976 yılına üniversite sınavını kazandım. Ancak bu zaman zarfı 80 ihtilaline giden yolda anarşik olayların başladığı yıllardı. O dönem benden birkaç yaş büyük bir abim İngiltere de okuyordu. Aynı zamanda bağ komşusuyduk. İsmi Nazım’dı. Halıcılık yaparlardı. Bağ ortamında akşamları birlikte otururuz, birlikte gider gelirdik. Nazım ağabey de beni çok severdi. Üniversiteyi kazanmış olmama rağmen anarşik olaylardan dolayı ve İngiltere’nin çok önemli bir üniversite potansiyelinin olmasından dolayı seni İngiltere’ye götüreyim dedi. Ben de ağabey İktisat Fakültesi’ni kazandım, Türkiye’de okumak istiyorum dedim. Daha sonra babamla konuştuk. Babam ve annem çok ileri görüşlü bir insandı. Babam olabileceğini söyledi. Daha sonra Nazım Ağabey işlemleri tamamladı, beni İngiltere’ye götürdü.
Geriye baktığınız da, İngiltere’ye gittiğiniz için keşke mi diyorsunuz, iyi ki mi?
Gittiğim için mutluyum. Zaten ben İngiltere’ye gittikten sonra anarşik olaylar daha da arttı. 1980’de de ihtilal oldu. Dolayısıyla zaten o yıllarda Türkiye’de okuyan arkadaşlarımız çoğunlukla ders bile yapamadı. Üniversiteler kapalı kaldı, bir sürü olaylar oldu, ölümler yaşandı… Dolayısıyla İngiltere’ye gitmiş olmam benim için isabetli oldu. Ayrıca da yurtdışında okumuş olmanın bana kazandırdığı çok büyük ayrıcalıkları oldu. Her ne kadar bir tanıdığı beni oralara götürüyor olsa da büyük sıkıntılar çekiyorsunuz. Anadolu’nun Kayseri’sinden çıkıp ilk defa yurtdışına giden bir genç düşünün, orada yalnızsınız. He şeyi siz değerlendirip siz karar veriyorsunuz. Dolayısıyla bunlar bana çok şey kattı. Hayatın ne olduğunu, hayatta nelerle karşılaşabileceğini insanlar yalnız kaldıklarında ve kararları kendileri vermek zorunda olduklarında daha iyi anlıyorlar.
Ne gibi zorluklar yaşadınız İngiltere’de?
Orada herhangi bir maddi zorluk çekmedim. Babam beni hiç harçlıksız bırakmadı. Tabii benim de çok masraflı bir hayatım yoktu. Tutumuydum, bugünkü tutumluluğumu orada da devam ettirdim. Yoksa oralarda para harcanılacak çok şey var. Bütçemize göre hareket etmek durumunda kaldık. Ancak manevi bakımdan büyük sıkıntılar yaşadım. Aile, eş dost, arkadaş, ülke özlemi yaşadım. Türkiye içinde gurbette olsaydım belki bu kadar sıkıntı yaşamazdım. Vatan hasreti denilen duygu orada başlıyor.
Orada en çok neyi özlediniz?
İngiltere’de Türk arkadaşım fazlaydı. Orada çok rahat Türkçe konuşuyordum tatillerde Türkiye’de geldiğimde konuşmalarım arasında İngilizce kelimeler kullanıyordum. Bu da beni biraz rahatsız ederdi. Çünkü özellikle yapıyormuşum gibi algılansın istemezdim. Buradan oraya gittiğimde de üç beş gün zorlanırdım.
Hayatta hiç ‘keşke’niz yok mu?
Orada keşke dediğim tek nokta İngiltere’ye uçakla gittim. Kaldığım yurda yerleştim, ertesi gün üniversitede derse başladım. Bu benim için büyük sıkıntı oldu. Birkaç gün önceden gidipte çevreyi tanıma fırsatım olmadı. Daha da önemlisi keşke bir yıl öncesinden gidip dil kurslarına katılsaydım. Buna rağmen TED Koleji’nde öğrenmiş olduğum İngilizceyle derse başlayabildim ve de başarılı oldum. Başta zorluk çekmiş olsam da çok fazla sıkıntım olmadı. 4 yıllık üniversiteyi 4 yılda bitirdim. Ben bunu başarı olarak kabul ediyorum çünkü o yıllarda biz Türkiye’ye tatile geldiğimizde bize soruyorlardı dersler, üniversite nasıl diye. Sınav sistemi Türkiye’ninkinde çok farklı diyordum. İngiltere’de özellikle ilk yıl çok önemliydi. Başarılı olmam gerekiyordu. Başarısız olsaydım bende ve ailemde bir moral bozukluğu olacaktı. Belki geri dönmem gerekecekti.
Başarı odaklı bir hayatınız var. En iyiyi ve en başarılı olanı yapmanız gerektiğine inanıyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Bir insan almış olduğu vazifenin en iyisini yapması gerekiyor. Ben sac profil işiyle uğraşıyorum. En iyisini yapmalıyım. Talebe oldum, en iyi talebe olayım diye uğraşıyorum. Bunların çok detayları var. Okulda müdür beni çıkarır örnek talebe olarak gösterirdi. Traşımla, kıyafetimle, hal ve hareketimle… ne yapıyorsam, ne ediyorsam, nerede bir vazife alıyorsam en iyisini yapayım ve başaralı olayım diye uğraşırım. O başarılı olma duygusu bende hat safhada. Elimden gelen en iyi gayreti gösteririm. Üniversite de o kadar İngiliz’in içerisinde birinci olduğum yıllar var. Ben Türkiye’den gitmişim, İngilizcem onlar kadar da iyi değil. Çok düzenli olmuşumdur.
Röportaj: Dilek Bolat