Yalçın ARAL


TÜRKİYE’NİN EKONOMİK VERİLERİ VE  ENFLASYON-FAİZ İLİŞKİSİ!

Bazı ekonomistlerin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde tetikçilik yaparak algı politikası ile  karamsar tablolar çizmek sureti ile halkımızın moralini bozmaya çalıştığı, bu suretle de piyasada ekonomik terör estirmek istedikleri görülmektedir.


Bazı ekonomistlerin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde tetikçilik yaparak algı politikası ile  karamsar tablolar çizmek sureti ile halkımızın moralini bozmaya çalıştığı, bu suretle de piyasada ekonomik terör estirmek istedikleri görülmektedir.

Ekonomi ile ilgili yazılarımda, Türkiye’nin durumunu diğer gelişmiş ülkelerin durumu ile mukayese ettiğimiz zaman “Şükretmemiz  gerektiğini !“ belirtmiştim.

Türkiye’nin 2018 yılı sonu mali ve bütçe verilerine bakıldığında, ilgili verilerin gelişmiş ülkeler dahil diğer ülkeler ile mukayese edildiği zaman Türk ekonomisinin çok daha iyi bir konumda olduğu gözükmektedir. Dünyada, Yeni Dünya Düzeni mücadelesi olurken, bunun yanında dünya ekonomisi küçülmekte olduğu bir süreçten geçerken ve buna bağlı olarak da Ülke ekonomilerinin bir girdap içinde olduğu zaten, dünyadaki ticaret savaşlarından da anlaşılmaktadır. Bütün ülkeler ekonomik olarak çöküntü yaşamamak için başkasının sırtına binmeye çalıştıkları bir dönemden geçildiğinin de atlanmaması gerekir.

AB’nin  Ekonomik Maastricht kriterlerinin, iki önemli kriter olmak üzere dört ana kriteri  bulunmaktadır.

  1. Üye ülke borcunun GSYİH’sına  oranı % 60 ‘ı geçmemelidir.
  2. Üye ülke senelik bütçe açığının GSYİH’sına oranı % 3’ü  geçmemelidir.
  3. Her bir üyenin yıllık ortalama enflasyon oranı, en düşük yıllık enflasyona sahip üç üye devletin enflasyon ortalamasını en fazla 1,5 puan geçebilir.
  4. Üye devletlerin uzun vadeli faiz oranları, en düşük orana sahip üç üye devletin faiz oranlarını en fazla 2 puan aşabilir.

 

Türkiye baştaki iki ana kritere uyabilen başta Avrupa Ülkelerinde olmak üzere, dünya ülkeleri içinde de nadir ülkelerden biridir.

Türkiye’nin GSYİH sına göre borç oranı 2018 sonu itibarı ile % 30,4 olup, 2018 kesin olan verilere göre de bütçe açığının da GSYİH sına göre % 2,8 olduğudur. Bu rakamlar AB kriterlerinin altında olup, bu kriterler Türkiye’yi  AB ülkeleri içinde de en iyi ilgili kriterlere sahip 3. Ülke konumuna getirmiştir.

Avrupa Birliği ülkelerinin borç toplamı ortalamasının GSYİH larına göre % 80,70  seviyesindedir.

Avrupa Birliği Komisyonu, İtalya, Fransa, Belçika, Portekiz ve Finlandiya’nın 2020 yılı bütçe planlarının mali kurallarıyla uyumsuzluklar içerdiği uyarısında bulunduğunu da hatırlamak gerekir.

Yunanistan’ın GSYİH sına göre borç oranı  % 181 durumunda iken , Almanya’da bu oran % 60 lar seviyesinde seyretmektedir. Almanya ekonomisi AB’nin en büyük ekonomisi olmasından dolayı AB ortalamasını düşürmektedir. İtalya, Portekiz, İspanya, Belçika gibi ülkelerin GSYİH göre borç oranlarının % 100 seviyesinin üstünde olması bunun yanında Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin de GSYİH göre borç oranlarının % 100 ler seviyesi de olması çok şey ifade etmektedir. Eski Türkiye’de, Türkiye en son ekonomik krize girdiği zaman GSYİH sına göre devletin borç oranının % 85 – 90 lar seviyesinde olduğunu unutmamak gerekir.

 

ABD’nin borcunun en son 23 trilyon Dolara çıktığı belirtilmektedir. ABD’nin bu borç tutarı GSYİH sının % 110 seviyesinin üstünde olduğunu göstermektedir. ABD’NİN bu sene içinde ki bütçe açığının takribi 1 trilyon dolar olduğu da belirtilmektedir. ABD’nin 2019 yılı bütçe açığı GSYİH sına oranı takribi % 4,8 ler seviyesindedir. Eyaletlerin 4-5 trilyon dolar olan borçları da bu borç tutarının içinde değildir. Karşılığı olmayan, tuvalet kağıdı durumunda olan  ABD Dolarının sonunun ne olabileceği de merak konusu olduğunun atlanmaması gerekir. Karşılıksız para basarak bu anafordan kurtulacağı varsayılması da hoş gözükmemektedir. ABD enflasyonunu artırıp, indirmek  ve kontrol etmek için çıpa olarak faizi kullandığının da bilinmesi gerekmektedir.

Diğer iki kriter enflasyon ve faiz oranları ile ilgilidir. Bu iki kriteri tutturmamızda bazı sıkıntılarımızın yanında dışarıdan Yeni Dünya Düzeni oluşurken Türkiye’nin aşırı güçlenmesinin önünü kesmek, ekonomik olarak çökmesini ve Eski Türkiye’de olduğu üzere Batının güdümüne yine girmesini isteyen odaklar tarafından Türkiye’ye yönelik yapılan ekonomik saldırılar sonucu, Türkiye’nin bu son iki kriteri tutturamaması üzerinde ciddi şekilde etkisinin olduğunu atlamamak gerekir!

 Faiz mi  enflasyonun sebebi yoksa enflasyon mu faizin sebebidir? sorusu her zaman tartışılan bir konu olarak gündemini korumuştur.

Bu konuda “Tavuk mu yumurtadan çıkar – yumurtamı tavuktan çıkar!”  benzetmesi ile karşı karşıyayız.

Sebep sonuç ilişkisi şeklinde bu olayı değerlendirmek gerekmektedir.

Bu konunun gerçekçi bir baza oturtula bilmesi için Türkiye’nin geçirdiği Ekonomik krizleri incelemekte fayda vardır. Her zaman sahada yaşananların çıktıları, teoriden daha önemlidir.

 

Türkiye’nin şimdiye kadar geçirdiği ekonomik krizlerin asıl sebebinin, Türkiye’yi idare eden Hükümetlerin idare ettikleri dönemlerde ciddi şekilde ortaya çıkan bütçe açıklarından kaynaklandığı görülmektedir. Yani Eski Türkiye’de AB kriterlerinin 1. ve 2. Maddesine uyulamaması Türkiye’yi ekonomik olarak Batıya ve İMF’ye muhtaç etmiştir. Zaten Batı, Türkiye’nin aşırı güçlenmesini istemediği için çift başlığın getirdiği dezavantaj kullanılarak Eski Türkiye’de her zaman ekonomik olarak Türkiye’nin dar boğaza girmesine odaklanmışlardır. Şunun bilinmesi gerekir ki “Bir ülkeyi ele geçirmenin ve diz çöktürmenin en kolay yolunun, ekonomisini çökeltmekle olduğunun bilinmesi gerekmektedir.” Zaten Uluslararası güçler bir ülkeyi elde etmek için ilgili ülke ekonomisini IMF’ye muhtaç duruma getirecek hamleler yapmak sureti ile gerek siyasi gerekse de ekonomik olarak ilgili ülkeyi ele geçirmektedirler. “IMF’NİN GERÇEK YÜZÜ VE IMF GERÇEĞİ” başlıklı yazımda IMF ile ilgili durumu detaylı olarak belirtmiştim.

Eski Türkiye’de, bütçe açıkları doğrultusunda paraya ihtiyacı olan Hükümetlerin talimatı ile Devlet Bankaları vasıtasıyla para toplandığı ve açıkları kapatmak için bütçeye bu topladıkları tutarları aktardıkları görülmektedir. Para toplamak içinde yüksek faiz politikası uygulayarak faizlerin yükselmesine ve bunun getirisi olarak da enflasyonun yukarıya çıkmasına neden olunmuştur. Sonuçta Devlet ödemelerde dönemez duruma gelince de IMF’nin kucağına düşürülerek, gerek siyasi gerekse de ekonomik olarak bağımsızlığımızı  kaybettiğimizin bilinmesi gerekmektedir.

AK Partisi hükümetleri zamanında Sayın Başkanın idaresinde Türkiye IMF cenderesinden kurtulmuştur. Türkiye’nin bu hamlesinden sonrada Türkiye’ye yönelik Ekonomik saldırıların başladığını da atlamayalım!

Bu verilerden çıkan sonuçta bütçe açıklarından kaynaklanan faizin enflasyonu körüklediğidir. Sayın Başkanımızın “Faiz düştüğü müddetçe enflasyonda geriler” tezinin ne kadar doğru bir öngörü olduğunu da bu yaşadıklarımız teyit etmektedir. Eski Türkiye’de faiz ile devlet kasası yani toplanan vergilerimiz hortumlanırken o zaman “ Devlet eli ile vatandaşın parasının rantiyeye peşkeş çekilmesi!” şeklinde bir ifade kullanmıştım. Gerek yurt dışındaki gerekse de bunların uzantıları olan içimizdeki Türkiye düşmanları karşılarında kuvvetli bir Türkiye görmek istemediklerinden dolayı faizlerin geri gitmesini istememektedirler. Faizlerin geri gitmesi ile devletin faiz yükü azalarak toplanan vergiler rantiyecilerin cebi yerine rant kesiminin bidon kafalı, göbeğini kaşıyan, makarnacılar şeklinde ifade ettikleri vatandaşlarımıza hizmet olarak gitmesinden de çok rahatsız oldukları zaten bilinen bir gerçektir. Bunun yanında rantçıların asıl rahatsızlıkları da, hizmet olarak toplanan vergilerden vatandaşa hizmet olarak harcanan tutarların Eski Türkiye’de olduğu üzere kendilerinin ve yurt dışı destekçilerinin cebine girmesi gerektiğini savunmalarından kaynaklanmaktadır.

Ayrıca Türkiye’de enflasyonsuz bir ortamda para kazanmasını bilmeyen ciddi bir kesimin olduğunu da atlamayalım. Bu kesim Eski Türkiye’de rant ekonomisinden dolayı vatandaşa hizmet olarak gitmesi gereken tutarlardan ciddi şekilde para kazanmış, kazandıkları bu tutarları da işlerini geliştirmek ve tesislerini modernize etmek yerine yurt dışına kaçırarak ve yan gelip yatarak rant ekonomisinden beslenmeye devam etmişlerdir. Faizler düşüncede adres olarak gösterdikleri iş yerlerinde yaptıkları işleri devam ettirmek istemişlerdir. Tabi ki enflasyonsuz ortamda tesis çalıştırmadıkları, ticaret yapmadıkları ve bunun yanında rant ekonomisinden elde ettikleri kazançları da tesislerinin modernizasyonunda ve işlerini geliştirmek için kullanmayarak ve bu konuda da kafa yormadıkları içinde şu an enflasyonsuz ortamda para kazanamamanın derdine düştükleri görülmektedir. Bu durumda olan ve iş yapma becerisi olmayan bu kesimin şu an Eski Türkiye özlemi içinde, Eski Türkiye özlemi içinde rant ekonomisini savunur duruma geldiği maalesef görülmektedir. Türkiye’nin ekonomik darboğaza girmesini isteyen, bunun getirisi olarak da faizlerin düşmesini istemeyen bu kesimin bilerek veya bilmeyerek Türkiye üzerinde Ekonomik olarak oynanmak istenen oyunun bir parçasını oluşturarak Türkiye düşmanlarının Ekonomik tetikçiliğini yaptıklarını bilmeleri gerekir.  Ayrıca bu kesimin “Ülkem var ise ben varım!” felsefesine aykırı hareket ve tutum içinde olduklarını da bilmeleri gerekir.  Her zaman belirtirim bu toprağın insanı olduğunu hissedemiyorsan zaten bu ülke için bir şey yapamazsın! O zaman materyalist zihniyete erişmiş insan tipi karşımıza çıkar ki! Bu tiplerin, maalesef milli ve manevi değerlerinden kopmuş, materyalist zihniyete erişmiş, vicdandan arınmış egosu yüksek yalnızca kendini düşünen insan tipini oluşturduklarını bilmeleri gerekir! Bu zihniyete sahip kimselerin de bu Ülkeye verecek bir şeyleri olduğu da sanılmasın. Bu ülkede para kazanıp! Sonrada kazançlarını “ Bu ülkeye güvenmiyorum!” bahanesi ile yurt dışına  gönderenlerin kafalarını iki elleri arasına alarak iyi düşünmeleri gerekmektedir. Sanki Özel sektörün yurt dışından kullandığı direk kredilerin nakit teminatları Türkiye’de kazanıp da yurt dışına kaçırdıkları paralar değilmiş gibi “Özel sektörün yurt dışı borçları ne olacak?” şeklinde birilerinin dile getirmesi! insanın aklı ile dalga geçmek olduğunun da atlanmaması gerekir. Bu tiplerin kendi saltanatları ve yaşamları için kan emen parazitlere ve başkalarının sırtından geçinen asalaklara benzediklerini bilmeleri gerekir.

Enflasyon rakamları geçen 12 ayı belirler, verilen faizde önümüzdeki 12 ay için verilir. Bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı bulunmakta olduğu görülmektedir. Rant Ekonomisini destekleyen ekonomistlerin ve tetikçilerin faizi geçen 12 ayda oluşan enflasyona göre değerlendirerek belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşımın doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmek isterim. Hangi ekonomist, son 12 aydaki enflasyon şu mertebede bundan dolayı önümüzdeki 12 ayda faizinde enflasyonun üstünde olması gerekir şeklinde bir tez öngörüyor ve savunuyor ve buna dayanarak “Yoksa döviz uçar Türkiye’ye sıcak para girmez!” tezi ile geliyor ise çok kötü niyetli olarak rant ekonomisine ve yurt dışı Türkiye düşmanlarına hizmet etmekte olduklarını bilmeleri gerekir.

Belirlenen faiz geliri önümüzdeki 12 ayı kapsamaktadır, geçmişi değil! Ondan dolayı faiz hesaplanırken de öngörülen 12 aylık enflasyon mertebesine göre  faizin belirlenmesi gerekmektedir. Tabi ki Batı ekonomilerinde Türkiye’nin Eski Türkiye’deki gibi bir ekonomik kaoslara sürüklenmediği için bu konuda belli bir kriteri ve tecrübesi bulunmadığının da atlanmaması gerekir. Türkiye’nin Ekonomik olarak dar boğaza girmesi için algı politikası ile zaten Türkiye düşmanı odakların kontrolünde olan dünyadaki Kredi Derecelendirme Kuruluşlarını kullandıkları zaten bilinen bir gerçektir. Bu odaklar ve rant ekonomisini destekleyen içimizdeki uzantıları vasıtası ile gerçek olmayan ekonomik veriler ve yorumlar ile toplumumuzu yönlendirmeye çalışarak, içimizdeki ekonomik tetikçiler vasıtası ile ülkemizde Ekonomik kaos çıkarmaya  yöneldikleri görülmektedir. Ekonomi zaten toplumumuzda tam olarak bilinen bir konu değildir! Ondan dolayı kolayca tetikçiler tarafından algı politikası ile manipüle edile bilinmektedir.

Yıllık bazda TÜFE enflasyon rakamı 2019 Eylül sonuna göre % 9,26 iken 2019 Ekim ayı sonu % 8,55’e gerilemesi iyileşmeyi göstermektedir. Tabi ki baz etkisi hesap edildiği zaman önümüzdeki aylarda enflasyon rakamlarında iniş ve çıkışların olabileceği de görüle bilinir. Ama enflasyondaki eğilimin aşağıya doğru olduğu açık şekilde görülmektedir. Enflasyonu aşağıya çeken en önemli etkeninde kısa bir süre içinde % 24 mertebesinden % 14 mertebesine indirilmek sureti ile toplamda % 10 mertebesinde indirilen faiz oranlarının olduğunu da atlamayalım. Faizin önümüzdeki 12 ay için öngörülen enflasyona göre hesap edilmesi gerekmektedir. Buda Türkiye’nin önünü açacaktır. Faiz indiği müddetçe de enflasyonun geri gideceği tartışılmaz bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

Maliyet enflasyonu diye bir kavram vardır. Bunun açılım, bu kavram kullanılan paranın maliyetidir. Bu maliyeti ne kadar aşağıya çekersen, enflasyonist baskıyı da o kadar hafifletmiş olursun. Üretilen bir ürün vadeli satıldığı zaman paranın maliyeti otomatik olarak devreye girer.

Bu verilerden çıkan sonuca bakıldığı zaman da enflasyonun asıl sebebinin faizin oluşturduğu görülmektedir.  

Ayrıca Ekonomist tetikçiler “ Türkiye’nin dönebilmesi için her sene şu kadar sıcak paraya ihtiyacı var!“ diye algı ile piyasayı bozmaya çalıştıklarını da atlamayalım. 12 ay bazında Türkiye’nin son verilerine baktığımız zaman ödemeler dengesi olan cari işlemler hesabının fazla verdiği görülmektedir. Zaten Hükümet ödemeler dengesini sağlamak ve dış ticaret açığını azalmak için çok ciddi kararlar alarak bunları da icraata geçirdiği görülmektedir. Bunun neması olarak da son 12 aydaki cari işlemler fazlamızın 2019 ağustos sonu itibarı ile 5 milyar 97 milyon dolar fazla olması da alınan tedbirlerin nemasının toplanmaya başlandığını göstermektedir. Geçen yazılarımda belirtiğim üzere ABD zaten ekonomide globallikten, korumacı duvarları olan ulusalcı pozisyona geçmekte olduğunu bunun etkilerini de domino taşı gibi bütün dünya ülkelerinde göreceğimizi belirtmiştim. Türkiye’de dış ticaret ve bunun yanında cari işlemler açığını kapatarak kendi kendine yeten ülkeler kervanına katılmak için hızlı adımlarla yol almakta olduğu görülmektedir. Bu da dünyada Türkiye’yi çok başka bir boyuta taşıyarak aşırı şekilde güçlenmesinin önünü açmaktadır. Bir de Doğu Akdeniz’deki hakkımız olan enerji kaynaklarını devreye soktuğumuz zaman takribi 50 milyar dolar senelik enerjide dışa bağımlılığımızın ortadan kalktığı ve fazlasının da ihraç edilerek ekstra gelirler oluştuğu zaman, Türkiye’nin çok ciddi şekilde cari işlemler fazlası veren bir ülke konumuna geldiği görülecektir. Buda Türkiye’nin Batıdan bakıldığı zaman aşırı güçlenmesi demektir. Winston Churchill’in Türkiye ile ilgili “ Türkler Batının kontrolünden ve güdümünden olacak, Türklerin aşırı güçlenmesine izin vermeyeceksin! - Uzadıkça budayacaksın, suya ihtiyaç duyunca da sulayacaksın. Aşırı güçlendiğini hissettiğiniz an her türlü tedbiri alacaksınız!”  şeklindeki vasiyetini de atlamamak gerekir.

Bu vasiyetteki felsefe Batıyı ciddi şekilde korkutarak, Türkiye’ye karşı Siyonistler ile Haçlı zihniyetinin etrafında birleşmesine neden olmaktadır. Tabi ki bu odakların içimizdeki uzantılarının bilerek veya bilmeyerek bu odakların tetikçiliğini yaptıklarını da atlamamak gerekir. Ama herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekir ki gerek yurt dışında gerekse de içimizde Türkiye düşmanlığı yapanların bir tarafa not edildiğinin ve Devletimizin her zaman genç kaldığının de atlanmaması gerekir. Faizlerin geri gitmesini istemeyen rantçıların ve tetikçilerin  “Her sene Türkiye’nin minimum 50 – 60 milyar ABD DLRINA ihtiyacı var!” tezinin cari işlemler fazlası verilmeye başlanması ile bertaraf edildiği görülmektedir. Tabi ki bu düzelmede, eski sistemden beslenen kesimleri ciddi şekilde rahatsız etmekle beraber, yurt dışı Türkiye düşmanlarının da Türkiye’ye karşı Ekonomik saldırı hamleleri konusunda ellerini ve kollarını da bağlamaktadır. Türkiye’nin bu noktaya gelmemesi içinde Türkiye düşmanı odakların her türlü hamleleri yapacaklarının da atlanmaması gerekir.

Kavram olarak Dış Ticaret açığı veya fazlasını ve ödemeler dengesini açıklamakta fayda vardır.  

Dış ticaret açığı veya fazlası : İhracat ile İthalat arasındaki dengeyi gösterir. İthalatın fazla ise dış ticaret açığı verirsiniz. İhracatın fazla ise dış ticaret fazlası verirsiniz.

Ödemeler Dengesi: Geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin diğer ekonomilerde yerleşik kişiler (yurtdışında yerleşikler) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan verilerdir. Bu veriler uluslararası kuruluşların kabul ettiği bir sistem içinde derlenmektedir.

Ödemeler dengesinde Türkiye gelir olarak; İhracat –Turizm – yurt dışı müteahhitlik veya sermaye hareketleri dahil her türlü başka gelirleri kapsamaktadır.  Giderler olarak da; İthalat- Turizm olmak üzere her türlü sermaye hareketleri dahil diğer her türlü yurt dışı ödemelerini kapsamaktadır

Dış ticaret rakamlarına bakıldığı zaman 2017 yılında dış ticaret açığımız 76,8 milyar dolar iken, 2018 yılı sonu itibarı ile bu rakam 55,1 milyar dolara gerilemiştir. 2017 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı %67,1 seviyesinden 2018 yılında % 75,3 seviyesine yükselmiştir. Dış ticaret açığındaki daralmayı destekleyen unsur ise ihracatın artıp ithalatın daralması olmuştur. 2018 yılında imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı %94,1 olmuştur. Dünyada durgunluk varken İhracatımızın artması ve buna karşı İthalatımızın azalması çok ciddi bir başarıyı göstermektedir. İthalatımızın azalmasının ana sebeplerinin başında iç piyasanın yavaşlamasının yanında ithalat girdilerini ortadan kaldırmak için alınan tedbirlerden ve yatırımlardan kaynaklandığı görülmektedir. Bu politikanın devam etmesi ile zaten bunun dış ticaret dengemize pozitif yönde çok büyük etki sağlayacağı görülecektir. Son verilere bakıldığı zaman bu iyileşmeyi zaten görmekteyiz.

2019 Ağustos ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı % 83,4 olarak gerçekleşmesi de bu iyiye gidişatı teyit etmektedir. İthalatı azaltmak için yapılan yatırımların devreye girmesi ile de bazı sektörlerde yalnızca ithalat yapan şirketlerin ileride ciddi şekilde probleme gireceği de maalesef bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Bu süreçte yalnızca ithalata dayalı iş yapan şirketlerin nereye doğru evirileceği de ileri deki dönemde görülecektir.

2018 yılı genelinde İmalat sanayisi ürünlerinin toplam ihracattaki payının % 92,9, yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayisi ürünleri ihracatı içindeki payının % 4,3 , orta yüksek teknoloji ürünlerinin payı ise % 36,4 olarak gerçekleşmiştir.

Ağustos ayı 2019 verilerine göre de Ağustos 2019 de imalat sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı % 95,3 e , Yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı % 3,1 olarak gerçekleşmiştir.

Bu verilerde, Türkiye’nin gerek dış ticaret açığını kapatmada gerekse de cari işlemler dengesini kurma yolunda çok ciddi adımlar attığını ve bunları da gerçekleştirmekte olduğunu teyit etmektedir.  Merkez Bankası rezervlerinin her hafta itibarı ile artması da bu iyi gidişatı teyit etmektedir.

Turizm girdilerimizde rekor üstüne rekor tazelediği de göz önüne alındığında da bu verilerin de cari işlemler dengemizin fazla vermesini ayrıca teyit etmektedir.

2017 yılında turizm gelirleri toplamı 26,2 milyar dolar, 2018 yılı turizm geliri 29,5 milyar dolar. 2019 yılı 9. Aylık verilerine göre de 2019 yılı hedefi olan 35 milyar doların tutturulabileceği ve 2019 yılında Turizm giderlerinin de % 34 civarı azaldığı görülmektedir. Türkiye’nin 2023 yılı Turizm geliri hedefinin 65 milyar dolar olduğu göz önüne alındığı ve bu hedeflerin yakalandığı zaman cari işlemler dengesinin diğer iyileşmeler le beraber hangi mertebelerde fazla vereceği de görülecektir. Bu sonuçlar dan da görüleceği üzere, senelerdir Türkiye ekonomisi üzerinde negatif etki yapan cari işlemler açıklarının artık tarih olmakta olduğu  görülmektedir. Bu vesile ile Türkiye’nin, Yeni Dünya Düzeninde aşırı güçlü bir şekilde başka bir Türkiye olarak ortaya çıkmasına neden olacağı da kaçınılmaz bir gerçektir. Batıdaki Türkiye düşmanı odaklar ve bu odakların içimizdeki uzantılarının Türkiye’nin bu aşırı güçlenmesinin önünü kesmek içinde gerek siyasi gerekse de ekonomik olarak her türlü hamleyi yapmak isteyeceğinin de atlanmaması gerekir. Bunun için de her zaman uyanık olmakta fayda vardır.

ABD Başkanının beyanatında “ Sorunumuz ÇİN değil, FED” demesi ve FED tarafından faizlerin geri çekilmesini istemesi, bu suretle de ABD Dolarının değerinin düşürülmesi, düşük doların getirisi olarak da dünyada ABD ürünlerinin rekabetinin önünü açma hamlesi olarak bu söylem ve hamlelerin görülmesi gerekmektedir. Karşılığı olmayan bir paranın zaten sonunun ne olacağı da görülecektir!   

Yabancıların neden Türkiye’den mülk satın alarak TC pasaportu elde etmek istemelerini de iyi değerlendirmek gerekmektedir! Her zaman belirtirim dünyada güvenli olarak kalacak ülkelerden birisi Türkiye’dir. Yabancıların Türkiye’den mülk satın alma hamleleri bu öngörüyü teyit eden en önemli verilerden biridir. Neden Alman araba devinin Türkiye’de yatırım yapmak istediğini de atlamamak gerekir. “Para korkaktır ve güvenli liman arar“ şeklinde ekonomistler söylem yapmazlar mı!

Dünyada Yeni Dünya Düzeni kurulurken, bu toprağın insanı olduğunu hissedenlerin ve “Ülkem varsa bende varım!” felsefesi doğrultusunda hareket edenlerin  bu mücadeleyi kazanacaklarından da kimsenin kuşkusu olmasın!