Senem KARABULUT


ÖZ-ÜMÜZ

Medeniyetin doğabilmesi için belli başlı unsurların aktif olması gerekmektedir. Coğrafi çevre, insan, motivasyon nazariyesi ve cemiyet temel sebeplerdendir. Etkenler medeniyetin ne aşamalarda geliştiğini göstermektedir. 


 

Medeniyetin doğabilmesi için belli başlı unsurların aktif olması gerekmektedir. Coğrafi çevre, insan, motivasyon nazariyesi ve cemiyet temel sebeplerdendir. Etkenler medeniyetin ne aşamalarda geliştiğini göstermektedir. 

Gelişmiş medeniyet seviyesi devletleri güçlü kılar. Medeniyet dediğimiz şeyde yalnız toplum ahlakı yoktur. Vatan ahlakı, çevre saygısı, sanat vb gibi konular da etkendir.  Kanuni döneminde Devlet-i Aliye’nin her manada üst düzeyde olduğu dönem olduğu bilinmektedir. Kimin söylediğini ya da nerede okuduğumu hatırlamamakla birlikle “Kanuni’yi, Kanuni yapan Mimar Sinan’dır.” sözü, özellikle mimarlık anlamında çok kaliteli eserler bırakıldığı için söylenmiş olabilir, çünkü Mimar Sinan mimarlığın sanat ve bilimle birleştiğinde ortaya çıkan mucizeyi dünyada şekillendirmişti.  Roma’yı bugün tüm dünyada tanıtan günümüz filmlerindeki savaş sahneleri mi oldu? Hayır. Roma’yı şahlandıran mimaride, sanatta, müzikte çok ileride olmalarıydı. Babil deyince aklımıza asma bahçeleri gelir. Sebebi?  Mimaride atılmış en güzel adımlardan biriydi. Bu kadar görkemlisi o dönemde yoktu.
Türk Devletleri arasında Selçuklu’nun adı geçince herkesin aklına muhteşem matematik hesaplarıyla yapılmış fraktallarla oluşturulan desenler, muazzam bir mimari, sanatta ileri seviyeye ulaşılmışlık gelir.

Bir millet sanata ve sanatçısına verdiği değerle o milletin medeniyet seviyesini anlayabiliriz. Örneğin tarihi bir yapıya sprey boyayla yazı yazılması, kesici veya delici aletle zarar verilmesi o yapıya, anıta vb. değer verilmediğini, kişinin atalarının tarihini önemsemediğini göstermektedir. Ailede ve ilkokulda çocuklara verilmeyen tarih bilincinden ötürü bu tarz saldırılara rastlamak çok normal olmaktadır.

Ağacı, rüzgârı, hayvanları kutsal sayıp, herhangi bir zarar vermekten çekinen bir soyun torunlarının bunu yapması her zaman yadırganacaktır ve tarih bunları her zaman yüzümüze vuracaktır.

Ülkemiz coğrafi açıdan çok fazla devlete ev sahipliği yaptığı için pek çok devletten iz kalmıştır.  Ülkemizde en çok Osmanlı Devleti’nin, Selçuklu Devleti’nin ve Roma İmparatorluğu’nun eserleri bulunmaktadır.  Bu devletler sanata ve sanatçıya önem vermiş ve kalıcı olmanın tek yolunun kültürle harmanlanmış bir mimari olduğunun farkına varmışlardır.  3 padişah döneminde baş mimarlık yapan Mimar Sinan’ın eserleri hala hayran kalmamızın sebebi nedir?  Kaç yıl geçmesine rağmen estetiğini koruması başlıca sebeplerinden sayılmalıdır.

Kültürümüze sahip çıkmanın gerekliliğini,  Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün Ahlât’a 1071 m2 alana yapılacak olmasıdır. Oranın ehemmiyetinin herkesçe anlaşılması gerektiğini de göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti coğrafi konumundan dolayı pek çok kültürün etkisinde kalmış, pek çok akımın ülkemizde de hayat bulmasına vesile olmuştur. Türkiye’nin dünya çapında coğrafi konumunu tarif ederken yapılan “Türkiye Asya ile Avrupa arasında köprüdür.” Tabiri de bizlere “kültürümüzün olmadığı, gelen geçen kültürü aldığımız” algısını yaratmak için söylenmiş bir sözdü. Bu ve bunlar gibi örnekler bizim köklü kültürümüzün mimariye yansımasına engel olduğunu düşünmekteyim.  Kültür bilince olmayan büyük bir neslin yetişmesi de tarihe ve tarihi eserlere olan saygısını yitirmesine vesile olmaktadır.

Günümüzde restorasyon denilince dünya çapında çok iyi örneklere rastlasak da Türkiye’de kötü örnekler daha çok önümüze çıkmaktadır. Türkiye yerleşkesinden dolayı büyük tarihi hazineye sahiptir. Bu hazineler ne kadar iyi şekilde kullanılırsa o denli ülkedeki kalite seviyesi artacaktır. Pek çok devletin kurulduğu bu coğrafyada her devletin bıraktığı izin miras olduğunun bilincinde olmamız gerekmektedir. En yakın tarihimiz Cumhuriyet’in ilk eserlerinden İller Bankası binasının yıkılması büyük hatalardandır; çünkü bu eserler Cumhuriyet döneminden kalan miras özelliği görmek ve o denli ehemmiyetle yaklaşılması gerekirdi.

İstanbul Cağaloğlu'ndaki Türk Ocağı Caddesi'nde bulunan İttihat ve Terakki binasının harabeye dönmesinin beklenmesi ve daha sonra yıkılıp otopark yapılması hangi tarihe sahip çıkmaktan geçmektedir?

Daha eskiye baktığımızda V. Murat’ın Av Köşkü Hamam’ının restorasyonu 600 yıl 3 kıtada hüküm sürmüş Osmanlı gibi bir devletin mirasına hakaret demek değil midir?

Büyük Valide Han’ın üzerinde zıplayarak fotoğraf çektirmek, sosyal medyada “fotoğraf çektiren çok beğeni alır” mantığından ilgi odağı olmuştu. Çatıda çökmeler yaşanmasının sebebi oranın koruma altına alınmamış olmasıydı. Bundan utanç duyulmadı mı? Yoksa duyulmalı mıydı diye düşünenler oldu mu?

Hatay’daki Tarihi Meclis binasının künefeci olması kime hareket bunu anlayabilecek miyiz?

Antalya Korkuteli'nde Selçuklu dönemi stilinde yapılan 800 yıllık Alâeddin Camisi'nde 'taç kapı'nın restorasyonunun açıklamasının olmadığının farkında olmakta fayda var.

Adıyaman’da bulunan Altınlı Köprü’nün restorasyonu çok yakında zamanda tamamlandı; lakin Rize Çayeli’ndeki 300 yıllık köprünün halini gördükçe akla hangi sorular geliyor?

Verdiğim örneklerden çoğunluğu Türk mirasıdır.  Tabii zarar gören Hıristiyanlığın önemli eserlerinden olup Osmanlı’nın fethetmesiyle camii olan İznik Ayasofya camiinin restorasyonunun “facia” olarak tüm gazetelerde yer alması da tarihe harekettir. Beyazıt Devlet kütüphanesinin restorasyonunun enfes denilecek şekilde iyi olması da Türk mirasının hakkını veren restorasyon örneklerindendir. Lakin Türk miraslarının yok olmaya yönlenmesi dikkat edilmesi gereken bir noktadır.

Trabzon’daki Ayasofya Camii restorasyon geçirmekte mi yoksa geçirmemekte mi anlaşılamamaktadır. 4 sene geçirdiğim Trabzon’da orayı fetihten sonra camii haline getiren Osmanlı Devleti şu anki halini görse bu yapı neden kilise halinde demez mi? Etrafındaki çalışmalardan ötürü bir yıldız edasıyla çevre yollardan geçenlere selam veren bu yapı asla bir cami gibi değil tam da kilise gibi ortaya çıkarılmış. Bu “Benim dinim senin dininden üstündür.” Düsturuna karşı çıkmak değil midir?

Yakın zaman önce İstanbul’daki Ayasofya’nın yeniden cami olarak işlevlendirilmesi hem yerli hem yabancı medyada büyük ses getirmişti. Yalnız kaçırdığımız ya da unuttuğumuz birkaç husus var. İlber Ortaylı danıştay kararından önce “caminin bir bölümünde de namaz vakitlerinde ezan okunuyor, cuma namazı da kılınıyor.” Demişti.  21, 23 ve 24. Dönem Konya MHP Milletvekili, Devlet Eski Bakanı Faruk Bal sosyal medya hesabından paylaştığı bir fotoğrafta “1970li yıllarda Ayasofya Camiinin Hünkar Mahfilini, Milliyetçi Cephe Hükümetinin Başbakan Yardımcısı Alpaslan Türkeş’in ibadete açtırdığını, ilk namazı birlikte kıldığını” belirtmişti. Şahsi görüşüm 1453’te alınan karar ile 1934’te alınan karar arasında kalsa da camii işlevinde (ki burada önemli olan böyle güçlü bir yapıya daha çok sahip çıkmamız gerektiğinin bilincinde olmak zorundayız) devam etmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyim.

Bu tarz örneklere baktığımızda bu coğrafyadaki Türk miraslarının gereken önemin gösterilmediğini ve üstüne mahvedildiğini görmekteyiz. Bu durum akla hangi soruları getirmektedir? Neden çoğunlukla Türk mirasları bu denli kötü duruma getirilmektedir? Nesillere kültür mirası algısını oluşturamadığımız için mi bu kadar kötü örnek sadece belli bir cenah tarafından ehemmiyetle yaklaşılıyor? Yoksa mimarların aldığı restorasyon eğitimine göre mi değişiyor? Düşünmesi en kötü ihtimal olan, Anadolu’daki Türk izleri silinmeye mi çalışılıyor?

Madame Tussauds müzesindeki Atatürk heykelinin kaldırılma sebebi “kendilerini yenmiş bir lider ve İngiliz düşmanı” olarak görmeleriydi. Burada İngilizlerin 100 yıllık planını ortadan kaldıran bir Türk Başbuğ’una karşı kendilerince milli bir tavır sergilediklerini görmüştük. Yani “Türk kimliğimizi korumak ve gelecek nesillere aktarmak” için milli tavır sergilememiz gerekmektedir.

Milli tavır sergilerken bittabi romantizm ile başımızın dönmesi doğru olamaz. Adımlarımızı iyi kontrol etmeli ve buna uygun tavırda devam etmeliyiz. Çünkü köklü bir kültürü devam ettirmekle yükümlü olduğumu ve çevremin de böyle düşündüğünü biliyorum.

Anadolu 1071’den beri değil Atatürk’ün Türk Tarih tezinde söylediği gibi en az 7 bin yıllık Türk yurdudur. Türk yurdu olduğunu ortada hiçbir delil olmadan söylemek için elde hiçbir tarihi verinin olmaması gerekmektedir. Nasıl ki bir yer alındığında oranın şahsa ait olduğunu gösterecek birkaç unsur o bölgeye yerleştirilirse bu düstur büyük ölçüde de uygulanmalıdır. Bu sebepten ötürü bizim vatanımız olan bu bölgenin, delili olan yapıları korumakla yükümlüyüz.  Yapılan müdahaleler belli seviyede olması gerekmektedir. Bunun için “Restorasyon’da Müdahale İlkeleri” konusunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Televizyon dizilerini izlerken yaşanılan heyecanın, Türk miraslarını koruma, inceleme ve nesillere aktarmak için kullanılması kültür mirasımızın güçlenmesine katkı sağlayacaktır.

Binlerce yıldır var olan Türk kültürü, insan haklarından doğa haklarına, mimarlıktan sanata kadar pek çok olguyu içinde barındırmasından dolayı elimizdeki en kuvvetli mirastır. Türk kültürü özünü koruyarak devam ettirilebilirse ne denli kıymetli bir soyun torunları olduğumuzu tekrar anlayacağız.