Necmettin ÇUHADAROĞLU


NEDEN BÖYLE OLDU?

Hayatımızda hep şeker oldu. Şimdiye kadar biraz eski günlere 1970 li yıllara gidildiğinde belki de şimdi gençler bilmez. Kavanoz içerisinde şekerler satılırdı. 10 kuruşa. Çok kıymetlidir o zamanlar bakmayın şimdi anlattığıma.


Hayatımızda hep şeker oldu. Şimdiye kadar biraz eski günlere 1970 li yıllara gidildiğinde belki de şimdi gençler bilmez. Kavanoz içerisinde şekerler satılırdı. 10 kuruşa. Çok kıymetlidir o zamanlar bakmayın şimdi anlattığıma.

Onu alır yerdik. Haftada bir belki iki sefer. Gerçek şeker pancarından üretilen şeker kullanılırdı. Hiçte hastalanmazdık. Kahvaltımızda annemizin özenle yaptığı reçeller sonradan hayatımızda yerini aldı. Biz onları tükettik. Daha sonraları evlerimizde reçel yapılmaz oldu. Neden üretildiği pek belli olmayan hazır reçeller bunların yerini aldı. Sonra içerisinde trans yağ oranı yüksek eritilmiş çikolatalar ekmelerimize sürülmeye başlandı. Adeta zehir sürüp çocuklarımıza veriyorduk ama hiç anlamadık.
Annemiz şeker ile unu ve tereyağını karıştırır helva yapardı. Mis gibi evimizde gözümüzün önünde yapılır ve yenirdi. Yerini yoğunlaştırılmış tatlandırıcılar aldı. Hazır helva tükettik. Damar sertliği ve kalp krizlerimiz çoğaldı.
Araştırmadık.
İçinde yüksek oranda früktoz bulunan meyve sularını hem içtik hem de gelen misafirlerimize ikram ettik. Çocuklarımızın beslenme çantasına koyduk. İçinde glikoz ve aspartam olan ürünler tükettik. Kolanın ve gazlı içeceklerin şeker ve zehir karışımı olduğunu bile bile içtik, içirttik. Palm yağı, margarin ve trans yağ içeren ürünleri kullandık. Vücudumuzun organları iflas edene kadar bunları yedik, içtik. Ne zeytinyağı ne de tereyağı tükettik. Daha doğrusu tükettirildik. Can canlı reklamlardan başımızı alamadık. Neden ya da nasıl üretildiğini düşünmeden tükettik, tükettik, tükettik.
Aslında tükenen kendi hayatımızdı bunu bilemedik. Paketlenmiş hazır sıvı ve katı tüm ürünlerdeki koruyucu kimyasalların bizi kanser edeceğini önemsemedik. Önce insülin direncimiz başladı. Sonra şeker hastası olduk.
Biz bunları yaparken evdekilerde boş durmadı. Salçamızı kendimiz yapardık, hazıra döndük. Evlerimizde ev yapımı eriştelerimiz olurdu yerini makine üretimi makarnalar aldı. O Kadar tembelleştik ki turşumuzu bile kurmaz olduk. Birileri rant uğruna aslında hayatımızın turşusunu kuruyordu anlamadık. Evvelden köy pazarlarından nohutlumuzu fasulyemizi alırdık. Köy pazarı kalmadı olsa da çok uzakta kaldı yerine konserve aldık.
Bulaşıklarımızı elimizle yıkarken hastalanmazdık, yerine bulaşık makinaları çıktı, bulaşık makinesine deterjan ve parlatıcı koyduğunda, o deterjanı ve parlatıcıyı yediğimizi fark etmedik. Deterjan yerine karbonat karışımı ile yumuşatıcı yerine elma sirkesi koyarak mis gibi bir temizlik yapacağımızı hiç düşünmedik. Çünkü TV lerde bunlar reklam yapılmıyordu. Deterjan yerine karbonat, parlatıcı yerine sirke koyarak hem sağlıklı hem de tertemiz bulaşıkların olacağını önemsemedik.
Misvak yerine Sentetik diş fırçasını bile ağzına soktun oda yetmedi; bildiğimiz çamaşır deterjanının şeker ve naneyle karıştırılmış şekli olan diş macunu ile hayat boyu diş fırçaladın ve bunun bir kısmını yuttuğunu göz ardı ettik. Bal ve karbonatın dişlerini tartarlardan bile temizlediğini bilmedik ve dişleri de o macunlarla çürüttük.
Birden bire yeni yeni hastalıklarımız oldu.
Deri kanseri.
Deterjan ve yumuşatıcının vücut ısısı ile deri tarafından emildiğinden bu kanserin olduğu tespit edildi. Ama biz ABD ve İsrail menşeili yumuşatıcıları kullanmaya devam ettik. İçerisinde bin tane zehirli madde ile oluşturulan kısacası kimyasal zehir olan sabunları kullandık. Birde her gün bu zehirlerle yüzümüzü bedenimizi yıkadık. Her yerimizde mantar oluştu. İçeriğini pekte anlamadığımız ama her gün TV de reklamı çıkan duş jelleri ve şampuan kullandık. Saçlarımızda kepek diye bir sorun oluştu. Evde annelerimiz arap sabunu ile yada eskilerin tabiri ile doğal yollardan üretilmiş sabunla halılarımızı yıkarlardı. Onun yerine çamaşır suları ve yeni halı deterjanları ile yıkmaya başladık. O deterjanlar buharlaştı, toza karşı alerjimiz arttı, öksürüklerimiz çoğaldı.
Nedeni basitti.
Halılar ve ev temizliğimiz için kullanılan kimyasallar ve çamaşır suları buharlaştıkça soluduk, akciğer kanseri olduk. Evlerimiz de sinekte olurdu, karınca da. Onlara bile tahammül edemedik. Bunları limon, karbonat, fesleğen ve acı biber ile doğal yollarda evlerimizden uzaklaştırmak yerine ilaçlattık. Ağır kimyasal olan ilaçları soluduk. Eşyaların üzerindeki kimyasalları yetmiyormuş gibi ağzımıza bile soktuk. Sinekleri ve karıncaların yaşamasına imkan vermedik, onları ilaçla zehirledik. Yanında bizde nasibimizi aldık.
Cep telefonları, tabletler hayatımıza girdi. Radyoaktif olan wifi vericisini işyerimize evimize ve odalarımıza kadar soktuk. CEP TELEFONLARIN KULAKLIKLARINDA YAYAN IŞINLARIN bizim beynimizdeki organizmayı bozduğunu hiç mi hiç önemsemedik.
Köy yumurtası tarihe karıştı.
Gezen tavuk yumurtası altın oldu.
Biz üzerinde GDO ludur diyen yemleri yiyen fabrika tavuklarının yumurtalarını tükettik. Her yerimiz eçiş bücüş oldu. 40 günde antibiyotik verilen tavukların etlerini afiyetle yedik. Hormonlarımız bozuldu.
Hayatımıza teflon tava girdi. Yemek yaparken teflonları çizdik yemeğin içinde ağır metalleri afiyetle yedik. Bilmediğimiz yerlerde tutulan balıkları ve lağım boşaltılan denizlerdeki ürünleri tükettirdiler. Fastfood un her aşamasının zehir ve ölümcül olduğu bas bas bağırılırken pizzalar ve üç katlı burgerleri çocuklarımıza yedirdik. Yapılan araştırmada bir Amerikan firmasının burgeri on gün dışarda kalmasına rağmen bozulmadığını hatta kurtlanmayıp sinek ve etine arı bile konmadığını bile bile sinek ve arının bile üzerine konmaya korktuğu ürünü afiyetle hem kendimiz hem de çocuklarımıza yedirdik. Haytamıza giren naylon ve sentetik ayakkabılara dikkat etmedik. Evlerimize aslında sürekli mikrop üreten klimaları sokarak nefes alırken bile mikrop sayısını çoğalttık. Toprağı unuttuk.
Sonunda kaçınılmaz son ile karşılaştık.
Karşılaşmayanlarda bir doktora başvursunlar.
Sene 2017
Sokakta gezen vatandaşların 10 da 4 ü kanser.
Kanlın Sağlıcakla.