Necmettin ÇUHADAROĞLU


MAZLUM COĞRAFYA

MAZLUM COĞRAFYA


 

Evet, mazlum bir coğrafya Doğutürkistan. 2000 li yıllarda tanıştım kardeşlerimle. Filistin´de eziyet görenlerde, Myanmarda sırf Müslüman oldukları için eziyet görenlerde bizim kardeşlerimiz. Bu gün         Suriye´den gelen göç edenler Ensar vazifesini görmemiz için bizim misafirlerimiz diye düşünüyorum. Bu benim kendi görüşüm. Ama Kayseri de belli bir grup bu mücadelemizi desteklememekte ısrarlı davranıyorlar ama olsun. Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) diyor ki, bir müminin ayağına diken batsa diğer müminde onun acısını hissetmiyorsa imanını sorgulasın diyor. Biz imanımızı sorguluyoruz. Onlarında bu sorgu içerisinde olmasını diliyoruz. Ben de o arkadaşlara diyorum ki, önce sevgiyi öğrenin, sevmeyi öğrenin, biri hakkında düz mantıkla davranmayın. Bu dava siz olsanız da olmasanız da devam edecek. Şimdi soruyorum onlara, hayatlarında Filistin´e gitmişler mi? Myanmara gitmişler mi? Çine, Pekin e gitmişler mi? Ortadoğu Coğrafyasında hangi ülkede hangi mazlum milletin vatandaşlarının yanı9nda olmuşlar ki, bütün bunlar bir sorgulasınlar, hayatlarında hiç Afrikada su kuyusu açmaya gitmişler mi? Hayır ve hasenat için neler yapmışlar? Onu bir sorgulasınlar. Bilsinler ki onlar boş boş oturup onun bunun dedikodusunu yapıp kuyruk acılarını hafifletmeye çalışıyorlar ama aldanıyorlar. Önce çalışacaklar, başaracaklar, adam olacaklar ki adamlıktan, mazlumluktan bir şey olsunlar. Diyorum ya kuyruk acılarını bastırabilmek için Kayseri de her türlü taklayı atanlar, yanlış kapı çalıyorsunuz. Hepinizin ne halt ettiğini biliyor herkes. Ayan beyan modern dilencilik yapıyorsunuz. Milletin, memleketin hakkı ile hukuku ile oynuyorsunuz, oynatmayız. Ağlama duvarı yaptığınız, haksız kazanç sağladığınız için gelin tövbe edin, biz yanıldık yarabbi deyin, kısacası imana gelin. Utanmayın beyler, dışarıda herkes sizin hakkında söyleyeceklerini söylüyorlar. Benden söylemesi.

 

Günün kıssasına bakalım; Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ´´Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim´´ demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ´´Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!´´ demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi de dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Bir gün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ´´Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!´´ demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ´´Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!´´ diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyruğu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı... ´´Hatalı olan oğlum olmalı!´´ demiş ve yılandan özür dilemiş. ´´Tekrar dost olalım!´´ demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: ´´Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!´´ demiş.