Bugün 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi´nin yıl dönümü.

12.09.2017 12:39:54

Bir daha asla olamaması, canlarımızı almaması için ne olduğunu hatırlamak zorundayız.

Türkiye´de ?Kayıtsız ve şartsız millete ait? olan egemenliğin gasp edildiği, çalındığı zorlu bir yoldur siyaset. Bir dava varsa da bu dava egemenliğin sahibine iade edilmesi davasıdır. 15 Temmuz 2016 göstermiştir ki; temelleri zehirli bir sarmaşıkla sarılmış bu vatanda kavga henüz bitmedi.

Necip Fazıl ? öz yurdunda garip, öz vatanında parya? der. Bu gariplik ve paryalık, her 10 yılda bir birimizin omuzuna nişane olarak takıldı. Turgut Uyar gibi ne kar, ?Severim ben omuzlarımı/ Sırmaları, apoletleri olmasa da? desek de biz çıplak omuzlarını sevenler düşmanlaştırılarak gittik ölüm mangalarına.

KÖKLER

Bir birlerine düşmanlaştırılan ve çatıştırılan sağcı ve solcu gençler aynı zindanlardan, aynı sehpalardan geçtiler. Birilerinin içimizdeki, ?çocukları? çekirge misali, 27Mayıs 1960´ta, 12 Mart 1971´de, 12 Eylül 1980´de, 28 Şubat 1997´de ve 27 Nisan 2007´de sürekli sıçradı durdu. Ve nihayet 15 Temmuz 2016´te ?Bir daha Asla!? diyebildik.

Bugün 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi´nin yıl dönümü. Bir daha asla olamaması, canlarımızı almaması için ne olduğunu hatırlamak zorundayız.

Türkiye´de Cumhuriyetin ilk yılların başlayan askeri bürokrasinin vesayeti, kurucu bir elitizme dönüştü. Bu elitizm halktan çaldığı egemenliği tahkim ve tanzim edebilmek için dışardan bir desteğe ihtiyaç duydu hep.

12 Eylül Askeri Darbesi öncesindeki yıllarda, özellikle de 1970 başlarından itibaren, gelişmiş kapitalist ekonomiler uzun sürecek olan bir iktisadi durgunluk içine girdiler. 1973 Petrol Krizi gelişmiş Kapitalist ülkeleri ekonomik krize sürüklemişti.  Bu krizin Türkiye gibi az gelişmiş ekonomilere ya doğrudan etkileri oldu ya da uluslararası operasyonla krize ortak edildiler. İçerde üretimi sürdürebilmek ve dış borç servisini yapabilmek için dış kaynağa olan ihtiyaç daha da artmıştır (döviz darboğazı). İzlenen modelin bir özelliği olarak, ihracat ikincil planda tutulduğundan ihracat gelirleri yeterli olmayınca bu ülkeler dış borç krizine girdiler.

Kısaca bu ülkeler bir borç tuzağına düşürülerek, bu ülkelerde yaratılan artık-değer dış borçlanma aracılığıyla uluslararası finans kapitale aktarıldı. İhracat gelirleri giderek borç geri ödemeleri-ne harcandığından bu ülkelerin kalkınma ya da sanayileşmeleri için geriye yeterince kaynak kalmadı.

Uluslararası sermayenin tasarladığı bu yenidünya düzeni her bir ülkede politik sonuçlar üretmiştir. Finans kapital, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki aşırı birikimden kaynaklanan sorunlarını çöze-bilmek için bu ülkelerde radikal değişiklikler yapmak üzere 1979?ların başlarında Reagan ve Thatcher?ı finans kapitalin iki lider ülkesinde iktidara getirmiştir. Böylece, metropol kapitalist ülkeler düzeyinde neo liberal uygulamalar başlatılmıştır.

Ayrıca dünya ekonomisinin geri kalan kısmı olan azgelişmiş ülkelerin kurulacak yenidünya düzenine eklemlenmelerini sağlamak amacıyla bu ülkelere yönelik bir dizi operasyon yapılmıştır. Bu yenidünya düzeninde Türkiye dâhil pek çok azgelişmiş ülke 30 yıldan bu yana küresel kapitalizme, eskisinden daha farklı, ancak daha güçlü bağlarla bağlanmıştır. Washington Uzlaşması ile 1980?li yıllardan itibaren uluslararası sermayenin denetimindeki IMF ve DB gibi örgütler, bunalıma düşmüş bu ülkeleri, sağlayacakları kredilerin karşılığında dayattıkları istikrar ve yapısal uyum programları ile hem iktisadi, hem de politik, hem de toplumsal olarak yeniden biçimlendirilmeye razı etmişlerdir.

Politik alanda bu yıllar Türkiye?de kontrgerilla olarak da bili-nen derin devlet yapılanmasının güdümündeki aşırı sağ militanların kitle katliamları yaptığı yıllardır. Aralık 1978´de Kahraman Maraş katliamı gerçekleştirilmiştir. Bu arada Haziran 1979?da IMF ile yeni bir standby imzalanmıştır. Artık iktisadi kriz ile politik kriz iç içe geçmiştir. Ecevit Hükümeti?nin istifasının ardından MSP ve MHP?nin desteğiyle kurulan Demirel Hükümeti?nin ilk işi, bir istikrar programı hazırlaması için MESS ve Sabancı Holding yöneticisi olan ve IMF ve DB ile çok iyi ilişkilere sahip bulunan Turgut Özal?ı göreve çağırmak olmuştur.

Böylece 24 Ocak Kararları yürürlüğe konulmuştur. Bu tarihten itibaren başta ABD olmak üzere OECD ülkeleri, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası?nın (DB) desteğiyle, strateji iç pazardan ihracata yönelmeye, ekonomi de hızla ulusal ve uluslararası sermaye için serbestleştirilmeye başlamıştır. Ancak bu kararlar, uygulanması oldukça zor kararlardır, zira diğer örneklerinden de görüldüğü gibi çok geniş bir halk muhalefetine neden olmaktadırlar.

24 Ocak Kararları aslında tıkanma yaşayan azgelişmiş ülkelere IMF ve DB tarafından 1970?li yıllarda önerilmiş olan bildik bir programdı ve IMF patentli istikrar önlemleri ve DB?nin yapısal uyum-ya da uyarlama politikalarını içeriyordu. Bu programların kabaca iki temel iktisadi hedefi vardı : (Ekonomik istikrarın sağlanması. Yani ihracata dönük bir toparlanmayla birlikte mümkün olduğunca hızlı bir fiyat istikrarı sağlamak ve peş peşe izlenecek olan serbestleştirme ve yapısal uyarlama politikalarıyla dışa açılmayı artırarak, Türkiye ekonomisini Merkez?e daha farklı ama daha sağlam bağlarla bağlamak. Her politik krizin ardından gelen ekonomik borç ve bağlanma 12 Eylül´ün nasıl bir tezgâhın ürünü olduğunu anlamak için yeterlidir. İyi yazılmış bu senaryoda geriye kalan dekor ve oyunculardı.

Oluşturulan şiddet sarmalının içinde Cunta´nın müdahalesine ses çıkarmayacak derecede yorulmuş bir halk sermayenin megafonu olan gazete ve radyolarla beslendi.

CUNTANIN KİRLİ AĞZI: 12 EYLÜL MEDYASI

Türkiye medya siyaset ilişkisine yabancı değildir. 28 Şubat sürecinin medya ayağında enerji sektöründeki akçeli ilişkileriyle Aydın Doğan medyasının faaliyetleri hala hafızalardaki tazeliğini koruyor. Hırsız o kadar arsızdı ki suçunu saklama ihtiyacı duymamış, ?Düğmeye bastık,REFAHYOL´u yıktık .? diyebilmişti. 1980´in yavuz hırsızı bir CIA ajanıydı. 12 Eylül 1980´de ordu darbe yaptığında haberi dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter´a veren kişi de Paul Henze oldu. Henze, gazeteci Mehmet Ali Birand´a daha sonra verdiği bir mülakatta Carter´a ?Bizim çocuklar başardı?  diye haber verdiğini anlatmıştı. Mehmet Ali Birand Paul Henze için şu ifadeleri kullanmıştı:

?Paul Henze, özellikle 1970-1980 döneminde Washington´da Türkiye´yi en yakından izleyen kişilerin başında gelirdi. Hem CIA geçmişi hem CIA´nın desteklediği vakıflardaki çalışmaları hep Türkiye üzerine olmuştu. Türkçe´yi çok iyi konuşur. Türkiye?deki siyaseti etkileyecek kişileri çok iyi tanır ve tek başına Türkiye politikasını düzenlerdi. O dönemde Türk Amerikan ilişkileri daha çok askeri üsler ve askeri yardım etrafında dönerdi. Pentagon ve Genelkurmay politika oluştururdu. Paul Henze, bunların içinde tek sivil uzmandı ve görüşleri daima ciddiye alınırdı.

Henze´nin 12 Eylül 1980 darbesindeki heyecanını bizzat bilenlerden biriyim. Bana sonradan anlattığı bir anekdotu hiç unutamam: ?Bir şeyler olacağını bekliyordum ancak ne zaman olacağını bilemiyordum. Sonunda Ankara´dan haber geldi. Türk askerinin müdahale ettiğini bildiren telgrafı büyükelçilikten aldık. Hemen konser izleyen Başkan Jimmy Carter´a gittim ve ?Our boys did it´ (Bizim çocuklar başardı) dedim.´

Paul Henze, Türkiye´yi İsrail´le birlikte Amerika´nın bölgedeki en önemli üssü olarak görürdü. Türk Silahlı Kuvvetleri´ne de çok büyük bir güveni vardı. Eminim, birçok darbede Washington´ın olumlu tutum almasında da yardımcı oldu.?

Darbelerde medya desteği konusunda çok uzağa gitmeye gerek yok; Gezi Olayları ve 17/25 Aralık darbe girişimlerinde medyanın tavrı oyunu anlamak için yeterde artar bile.

1980 Darbesinde de Cunta medyayı etkin bir şekilde kullanmıştı. Darbeyi gerçekleştirenler, darbenin ilk gününden itibaren radyo televizyon ve gazeteler aracılığıyla propaganda çalışmaları yürüttü ve darbenin meşruluğunu ileri sürmeye çalıştı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi´nin kararıyla sık sık TRT ekranlarına çıktı ve darbenin gerekçelerini sıralayarak kamuoyunu darbenin meşruluğu konusunda ikna etmeye çalıştı. Dönemin yüksek tirajlı gazeteleri olan Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman gazeteleri cuntayı haklı göstermek için haber ve köşe yazılarında kaos yaşandığını, hükümetin bu kaosu durduramadığını duyurdu. Bugün de aynı tavrını sürdüren bu gazeteler darbenin sivil ayağını oluşturuyordu.

Son darbe girişimini yapan FETÖ elebaşı Gülenin 28 Şubat için ?Beceremediniz, bırakın!? dediğini, Kenan Evren için methiyeler düzdüğünü veya FETÖ medyasının kalemşörü Nazlı Ilıcak´ın darbeye desteğini düşününce darbeciliğin bir hastalık olduğunu ve her on yılda bir nasıl nüksettiğini görebiliriz. Aktörler aynı, dekor aynı, sufleyi veren aynı? Ancak halkın iradesi değişmiştir.

Bugün dış basına verdikleri demeçlerle ülkelerini karanlık bir geleceğin eşiğinde gibi göstermeye çalışan, ABD ve AB´nin ?kaygılarını?  aktaran ?gazeteciler? 12 Eylül 1980 darbesinin ardından dış basında darbeye ilişkin olumlu değerlendirmeleri de yayınlayarak, Avrupa´nın dahi darbeyi desteklediği mesajını verdi.

Tercüman, "Dış Dünya: TSK´nın yönetime el koyması basın ve yayın araçları tarafından ilk olarak duyuruldu: Ordu Mecbur kaldı. (13 Eylül 1980)", Milliyet "Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı (13 Eylül 1980), Hürriyet, "Observer: Teröristleri temizleyip yönetim sivillere devredilecek. (15 Eylül 1980) başlıklı haberlerle dış dünyanın darbeyi desteklediğini ileri sürdü.

Darbenin gerçekleştiği haberlerinin yanı sıra "İstanbul Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri´nin ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutladı. (15 Eylül 1980 - Hürriyet)" şeklindeki haberlerle akademik dünyanın da darbeyi desteklediği mesajları verildi.

KABUK DEĞİŞTİREN YILAN: 12 EYLÜL ANAYASASI

Darbenin ardından hazırlanan anayasa Demokles´in kılıcı gibi ülkenin üzerinde salınıp durdu. 1961 Anayasası´nın "anarşi" ve "terör"e neden olduğuna ilişin başlatılan kampanyaya Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) gibi ekonomi kuruluşları da açıktan destek verdi. Milli Güvenlik Konseyi´nin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan anayasa, 1982 yılındaki halk oylamasında, yüzde 92´lik ?Evet? oyu ile kabul edildi. Öylesine ?demokratik? bir ortamda hazırlandı ki anayasa, hayır propagandası yapmak yasaklandı. Kenan Evren ve suç ortakları, yaptıkları konuşmalarda evet oyunu telkin ettiler. Seçim günü şeffaf zarflara konan görünür oy pusulaları, insanların ?hayır? oyu kullanmasını zorlaştırdı.

Cuntanın hazırlattığı anayasa ve kurumlar hala yaşıyor ve sivil siyasetin önünü tıkamaya devam ediyor. Yarattığı şiddetle Kürt meselesi gibi toplumsal sorunlara neden olurken anayasa ve kurumlar yoluyla sivil siyaseti işlemsiz kıldı. Türkiye´yi ayakları prangalı bir mahkûma dönüştürdü.

12 Eylül Türkiye´yi küresel finans kapitalizmin kölesi yaparken anayasasıyla başını kaldıramaz hale getirdi. Sonrasında meydana gelen tüm kriz ve darbeler kendi evindeki yangını söndürmeye çalışan Türkiye´yi sabote etmeye yönelikti.

12 EYLÜL 1980´DEN 12 EYLÜL 2010´A

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askerî müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesidir.

12 Eylül´le Süleyman Demirel´in Başbakan´ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi ve 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı. Böylece Türkiye Siyasi ve ekonomik hayatının yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı.

Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. Darbenin hemen ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.

2010 Anayasa Referandumunda, değişikliklerin kabul edilmesiyle 13 Eylül 2010 tarihinde çeşitli sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve dernekler ile darbe mağduru vatandaşlar 12 Eylül darbesini yapanlar hakkında suç duyurusunda bulundu.

Bütün suç duyurularını toplayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı "Milli Güvenlik Konseyi (MGK) adı altında 12 Eylül 1980´de ülke yönetimine el koyan ve 24 Kasım 1983 yılına kadar bu statüsünü sürdüren askerî cunta yönetiminin hayatta kalan üyeleri, Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya´nın işlediği (A) Nürnberg Şartı ile kabul edilmiş ve tüm devletlerin kendi kanunlarında yer almasa dahi suçun oluşumu halinde takip etmek zorunda oldukları uluslararası hukukun buyruk kuralı niteliğine sahip insanlığa karşı suçlar (B) 765 Sayılı Ceza Kanunu´nun 146, 147, 153, 174, 179, 180, 181. maddeleri kapsamında, insanlığa karşı suçlar ve resen takdir edilecek suçlar nedeniyle haklarında başsavcılık tarafından ceza dava açılması ve haklarında gerekli önlemlerin alınması istemi .." ile 7 Nisan 2011 yılında ilk soruşturmasını başlattı.

O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 12 Eylül kalıntılarının temizleneceği Referandum öncesi şu tarihi konuşmayı yaptı:

 

12 EYLÜL DAVASI

12 Eylül Davasında yargılama 4 Nisan 2012 tarihinde başladı. Kabul edilen iddianamede 2 Ocak 1980 ile 12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 arası suç tarihi olarak, Ankara ise suç yeri olarak gösterildi.

Sağlık sorunlarını gerekçe gösteren iki sanık dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya duruşmada yer almadılar. Kenan Evren´in avukatı Bülent Acar "1982 Anayasası´nın hâlâ yürürlükte tutulan maddeleri, sayın iddia makamını ve mahkemenizi bağlar. Yüksek mahkemenizin hukuken yok olan böyle bir davaya bakma yetkisi yoktur. Her türlü mahkeme işlemi, erksizlik nedeniyle yok hükmündedir" diyerek davanın reddini istedi ve usul gereği sanıklar olmadan yargılamanın yapılamayacağını savundu.

Her iki sanık da ağır hasta oldukları gerekçesiyle tüm duruşmalara yataklarından sesli ve görüntülü sistemle katıldı.

18 Haziran 2014´te sonuçlanan davada 7. Cumhurbaşkanı ve emekli orgeneral Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya 765 sayılı TCK´nın "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca darbe suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiler.

Ceza, sanıkların "iyi halinden" dolayı müebbette çevrildi. Mahkeme, Evren´in yurtdışı çıkış yasağının devamına ve ordudan da çıkartılmasına karar verdi. Bu kararla Kenan Evren, Cumhuriyet tarihinde müebbet hapis cezası alan ilk eski Cumhurbaşkanı oldu.

YÜREKLERE SU SERPEN CEZA AMA?

Evren ve Şahinkaya´nın rütbelerinin de sökülmesi ve orgenerallikten erliğe düşürülmesi karara bağlandı. Savcı Erdinç Hakan Özdabakaoğlu, "sanıkların, darbeyi yapmaya yaklaşık bir yıl kadar önce karar verdiklerinin ve darbenin halkın gözünde sempatik görünmesini değerlendirmek için müdahale etmediklerinin" anlaşıldığını belirtmişti.

Bu karar, hem sanıklar hem katılanlar tarafından temyiz edildi.

Ancak temyiz süreci sona ermeden iki sanığın da ölmesi üzerine dava düştü. Hükümler kesinleşmediği için Evren ve Şahinkaya´nın rütbeleri de er statüsüne indirilmedi ve ailelerinin de, görevlerinden kaynaklı mali ve sosyal hakları saklı kaldı.